Yesho
sana…
Kadınlar
da bıkmış meğer, çoluk çocuktan, evden, kocadan… Şanslılarsa,
çamaşır bulaşıktan değil de, evdeki “kadın”la uğraşmaktan…
Sadece
erkeklere mahsus değil evden, evlilikten, çocuklardan kaçma hayalleri. Kadınlar
da nefes almak istiyorlar sık sık, ama nerede o günler? Canı gibi sevdiği çocuklarını
kime bırakıp da atacak kendini sokaklara?
Babasına
mı? Yok artık, daha neler! Her türlü ekrana kilitlenme konusunda dünyaya nam
salmış birine nasıl çocuk emanet edilir ki? Kayınvalideye mi? Hah, tam adamı!
Bir gece çocuklarla kaldı diyelim, kırk gün kırk gece lafını etmez mi? Anneannelerine
mi? Onca zaman sonra annelik yapacağı tutmaz mı? “Yok kızım olmaz, bir başına,
ne bu böyle!” demez mi?
Neyse
ki bakıcıları var, onunla kalır çocuklar. Kalırlar tabii, neden olmasın, bir
gece kalırlar. Ama kadının derdi, bir gece dışarı çıkmak değil ki! Kaçmak
istiyor basbayağı evden! Üç beş gün yok olmak istiyor. Bir kerelik bir şey de
değil, bunu ayda bir, en azından iki ayda bir yapabilmek istiyor.
Bunun
yanında, arada bir çocukları bakıcıya, kocayı her nereye isterse oraya bırakıp geceleri
de çıkmak istiyor. Keyfince içip sıçmak, kimseler ayıplamadan kusmak, rutine
bağlamak istiyor kendine ayırdığı zamanları.
Bazıları
beceriyor, çevreleri, onların da kendilerini bozma hakkı olduğuna inanan,
desteklerini esirgemeyen insanlarla dolu olanlar yapabiliyor böyle şeyler. Koca,
anne, kardeş, kayınvalide…
Çocukların
büyümesi, kredinin bitmesi gibi şeyleri beklemek yerine, süregelen hayatın
parçası kabul edip, bunlarla bir düzen kurmayı, bunlarla yaşamayı öğrenenler de,
gönüllerince veya yetişebildiklerince yaşıyorlar hayatı, hiçbir şeyi
kendilerine çok görmeden… Güzel bi’ şey!
Ama
çoğu yapamıyor.
Alıp
başını gitmek yerine, alıp başını gidene kızmak, daha büyük tatmin veriyor
çoğuna! Bir ömür söylenmek dururken, kendine ayırdığı kısıtlı zamanı dilediği
gibi değerlendirme fikri anlamsız geliyor, aklının ucundan bile geçmiyor hatta.
Evine,
çocuğuna göstermesi gereken ilgiyi, kendine yöneltmenin vereceği muhtemel suçluluk
duygusunu öyle bir kullanıyor ki! Önce altına girip bir güzel eziliyor, sonra
katbekat büyüterek kendinden sektirip, kocasına yöneltiyor! Suçluluk duyacak
hiçbir şey yapmadan hem de, kimseyi ihmal etmeden, kendini bir nebze olsun
düşünmeden, sadece “duyabilirim” endişesiyle… Bu daha bir işine geliyor pek çok
kadının. Çok ayıp bi’ şey! Hak ediyorlar işe, güce, eve gömülüp kalmayı.
Bazıları da var ki…
Hem
çalışıp, hem çamaşır yıkıyorlar. Çocukların çamaşırları, kocanın çamaşırları…
Çocuklarla da ilgileniyorlar yani, bakıcıları falan yok. Yapamıyorlarsa, bundan
yapamıyorlar…
Yemek
hazırlıyor, ev temizliyorlar. Kendileri temizliyor, “kadın”ları da yok. Süpürgenin
de, yedek torbanın da yerini biliyorlar. Toz alıyor, yatak topluyorlar.
Eğitimli
kadınlar bunlar üstelik, mimarlar, doktorlar, danışmanlar… Her sabah çocukları
okula bırakıp, işe gidiyor, vakti gelince alıp, eve dönüyorlar. Soğan doğrarken
çocukların ödevlerini yaptırıyor, sofra kurarken, kocalarıyla şarap içip, sohbet
ediyorlar…
Anneanne,
babaanne falan da yok yakınlarda… Faturalardan arta kalan gelirlerini
“babysitter”a veriyor, bir zamanlar (!) deli gibi aşık oldukları adamla, o
günleri yad etmeye gidiyorlar fırsat buldukça. Veya arkadaşlarıyla o adamı
çekiştirmeye…
Ellerinde geldiğince vakit ayırıyorlar kendilerine, suçluluk
duymadan. O kadar dolu ki hayatları, zamanları o kadar değerli ki, boş şeyleri
kurup durup kafa ütülemiyorlar. Bıkmışlar ütünün her türlüsünden!
İşte
bu kadınlar, gerçek eli öpülesi kadınlar, kaçacak delik aradıklarında, ne yapıp
ne edip buluyorlar şikayet etmek yerine.
Yazık,
çoğunuz anlamıyorsunuz bile neden bahsettiğimi! Hele de Tip 1’seniz, uydurdum
zannediyorsunuz.
Her neyse, diyeceğim o ki, sadece erkeklere mahsus değil evden, evlilikten, çocuklardan kaçma hayalleri, kadınlar da bıkmış…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder