28 Aralık 2011 Çarşamba

Çığ Gibi


Zirveden aşağı yuvarlana yuvarlana inerken, hele hele en dibe geldiğinizde, o zirveye hiç çıkmamış olmayı dileyebilirsiniz.

Ortalarda bir yerlerde dolanıp duruyor olmayı, hayatınızı, öyle abartılı iniş çıkışlar olmadan, sakince geçirmeyi…



Tepede çıplak ve özgürken, -kibarca- aşağı doğru bırakıldığınızda, yani kıçınıza tekmeyi yediğinizde, yuvarlana yuvarlana attığınız her turda, biraz daha gömülürsünüz giderek büyüyen kartopunun içine. 

Sıkışırsınız, kıpırdayamazsınız, nefes alamaz, etrafınızı göremezsiniz. O tepeye hiç çıkmamış olmayı dilersiniz.

"Unutursun" der herkes size, "zaman en iyi ilaçtır".
Duymazsınız, anlamazsınız…
Nefes almaktır o an tek ihtiyacınız, yaşamak için nefes almak. Ne unutmaktır derdiniz, ne alışmak, sadece nefes almak istersiniz.

Zaman ilaç olmamış, geçen her dakika daha da boğmuştur sizi. 
Zamandan anladığınız aylar değil, dakikalar, olsa olsa saatlerdir çünkü. 
Ve geçmek bilmeyen günler, sonra haftalar, aylar…
Mevsimler…

Gelir, geçerler.
O tepede esen buz gibi rüzgar, yerini daha ılıman bir havaya bırakmaya başlar, siz dibe yaklaştığınızı düşünürken.
Güneş, yavaş yavaş eritir sizi hapseden bembeyazlığı. 
Bir ara, karla karışık kalakalırsınız. Ortada kocaman bir top, yanlardan çıkan kollarınız, sizi hala taşıyan bacaklarınızla… 
Saç baş sırılsıklam, darmadağın, burnunuz kıpkırmızı!

Siz de gülersiniz bu halinize, etrafınızdakiler de.
Onlar, sizi tanıyanlar, sevenler, hep bu anı beklemişlerdir. İçinde bulunduğunuz durumu görmeye, olan bitene, kendi halinize gülüp geçmeye başladığınız o anı!

Katıla katıla gülersiniz birlikte. 
Hayır hayır, sinirden değil, öylesine… 
Umursamazlıktan!
Geçmişten, bugünden, gelecekten… 
Herşeyden, herşeye gülersiniz.

Sonra birgün bir şey duyarsınız;
"Ne olursa olsun güzel anılara sahip olmayı hak ediyorsun!"
Dr. Temperance Brennan, nam-ı diğer Bones.

Zirveye çıktığınız yolculuğu düşünürsünüz o zaman, ve bundan sonra yapacağınız yolculukları. 

Eteklerde, tepelerde, ovalarda, Ilgaz'da, Anadolu'da!? :=)

Güler geçersiniz…

27 Aralık 2011 Salı

Bizden geçti


Zannederiz…



Şaşırırız, her gece her gece, o bar senin, bu klüp benim dolaşıp duran tiplere…
Şaşkınlığımızı dile getiririz, erkeksek "Yok abi, kaldırmıyo artık bünye!", kadınsak "Ay yok yaa… Gidemem oralara bu saatte!"

Ya da işe, güce, çoluğa çocuğa, yorulmak bilmeden yetişenlere!
Şaşkınlığımızı dile getiririz, erkeksek "Tutturdu bi çocuk daha diye!", kadınsak "2 bakıcı lazım bu eve!"

Bizden geçen nedir?
Koooskoca seneler!
Üstümüzden mi geçti? Her biri birer birer geçirdi mi geçerken??
Yoo! 
Başımızdan geçti! 
Herkes gibi…

Ufak tefek dokundular belki geçerken, ama güzel dokunuşlar da vardı içlerinde…
Yumuşacık, pamuk gibi… Veya sert bazen, kaya gibi!
Gelip geçti ama hepsi. Bizi biz yaptılar geçerken de, geçirirken de…

Belki de şimdi şimdi düşünmeye, sorgulamaya başladığımız, olan biten ne varsa ardarda sıraladığımız için yıpratıcıymış gibi geliyor yaşadıklarımız…
Sanki herşey şimdi olmuş, herşey bir anda yormuş gibi…
Yoo! Buna da yoo!
Bir sürü zamanımız oldu sindirmek için. 

Kırkında geviş getirmek bizi yoran. Bizi derken, sizi! 
Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp masaya getirmek ya da!
Her ne ise o temcit pilavı, bakarım birazdan, yazarım yazının sonuna (1) diye.

Uzun lafın kısası, hayat bize hiçbir şey yapmaz!
Hayat bizi yormaz, yaşlandırmaz!
Yıllara da bok atmayın, onlar da bir şey yapmaz…
Biziz o yılların içinden gelip geçen,
Hayat koşturmacası içine kendimizi atan.
Kendimizi derken, kendinizi!

Dışında tutasım var kendimi sorguladığım hayatların.
Ne bileyim, var işte…
Hayatın akışına bıraktım kendimi belki de… Koşturmaca olarak görmeden!
Belki sizden erken başladım sorgulamaya, otuzlarda falan mıydı acaba?

Şimdi kalkın yerinizden, bi' silkelenin!
Yok, öyle oturduğunuz yerden olmaz, gerçekten kalkın!

Şöyle bir yürüyün içerilere doğru.
Ayna görürseniz bir bakın kendinize, nereniz güzel, nereniz yakışıklı?
Saçlarda beyaz var mı, boyası gelmiş mi?
Biraz göbek mi çıkmış? 
Keşke sporu ihmal etmeseydiniz…

Bizden geçen sadece "keşke"ler olmalı!
"Keşke" lüksümüz yok bundan böyle yalnızca.
Ne güzel hayat! 
Pişmanlıkları geçen 40 yıla gömüp gönlümüzce yaşama zamanı!
Ya da 45, 50!
Belki 30, erken kalkan çok yol alır hesabı. 

Hayat 30'unda, 40'ında, 70'inde değilse ne zaman güzel???


(1) Temcit pilavı mecazi anlamda kulanılan bir ifade olup tekrar tekrar gündeme getirilen olaylar/durumlar karşısında kullanılır. Esas anlam itibariyle Ramazan ayında sahurda pilav yapmak uykuyu fazlasıyla böldüğü için ve zaman aldığı için akşamdan yapılıp sahur vakti hemen ısıtılıp tekrardan sofraya konması nedeniyle verilmiş bir anlam olup gerek pilav katkı malzemeleri gerek pişirme usulü açısından bildiğimiz pilavdan hiç bir farkı olmayan pilavdır.

Karambolyaşayanlar

İnsan familyasının en umutsuz türüdür. Sürüler halinde yaşarlar, erkeği ve dişisi vardır.

Türün en önemli özelliği, erkek ve dişilerde birlikte görülen eş arama ihtiyacıdır. Her iki cins de, eş arama sürecinde mutsuz fakat umutludur. Bu süreç, mevsime, sosyal ortam ve maddi duruma göre  canlıdan canlıya farklılıklar gösterebilir.

Dişi bir karambolyaşayan, bahar aylarında canlı ve sosyalken, aynı dişi, bir sonraki bahardan derisi ve gözleri matlaşmış olarak çıkabilir. Benzer şekilde, erkek karambolyaşayanın, kış mevsimine bitkin girip, ani bir değişimle 24 saat gibi kısa bir sürede, sürünün en gözde erkeği haline gelmesi mümkündür.

Gene erkek ve dişilerde ortak olan bir diğer özellik, yaşadıkları hayatın bir deneme dönemi olduğu ve asılhayatlarının daha sonra başlayacağına olan inançtır. Araştırmacılar tarafından bu konuda 2 farklı görüş savunulmaktadır. Asılhayat denilen bir hayatın varlığı ve yokluğu.

Erkeklerin sadece yüzde 2'si, karşılarına ilk çıkan dişinin “eşi” olabileceğine inanırken, dişilerde bu oran yüzde 98,7’dir. Dişi türü erkek türden ayıran en önemli özellik budur.

Eş arayışı ve doğru eşi bulma sürecinde yaklaşık yirmişer kez çiftleşmektedirler. Çiftleşme kadın ve erkek türlerinde farklı algılanmaktadır. Erkek, cinsel birleşmeyi çiftleşme olarak tanımlarken, dişi gerçek eşini bulana kadar  bu anlamda çiftleşmeyi  reddedebilir. Çoğu zaman göz teması yeterlidir. 

Dişilerde cinsel birleşme, ayinsel bir törenin ardından, üreme amacıyla gerçekleşir. Erkeksel anlamda çiftleşmeye karşılık veren dişi sayısı az olduğu için, erken yıpranan bu dişilerin yaşam döngüsü kısalmaktadır. Bu dişiler aynı zamanda  hemcinsleri tarafından dışlanmakta ve sürüden ayrı yaşamaktadır.

Bir diğer ayırıcı özellik, dişinin memeli, erkeğin paralı olarak adlandırılmasıdır. Memesiz dişiler ve parasız erkekler sürüden düşerek, çorak alanlarda “survive” ederler. Asılhayata inançları çok güçlüdür. Hemcinsleri ile çiftleşmeleri sık görülen durumlardandır.


Asılhayat

Araya sıkıştırılmış, neden yaşandığı bilinmeyen, bu seferlik böyle olsun mantığıyla yaşanan hayattan sonra yaşanacak olan gerçek hayattır. Dünyaya tekrar gelmek ve gönlünce yaşamak anlamlarını içinde barındırır. Bahsedilen dünya, yaşam alanı olarak dünyadır. Farklı bir gezegen, hatta bambaşka bir sistem olabilir. 


Yaygın görüş, asılhayatın Mars’ta yaşanacağı yönündedir. Bu görüşün savunucuları, Mars’taki  hayatın, geleneksel bilim adamlarının aradığı gibi yüzeyde değil, kürenin içinde olduğunu iddia etmektedirler. GBA(1)’ların “Su bulduk” diye işaret ettikleri karaltıların, iç kısımlara oksijen taşıyan kanallar olduğu varsayımının yanında, oksijene ihtiyaç duyulmayan bir yaşam olacağı fikri de yavaş yavaş kabul görmeye başlamıştır.

Kesin olarak bilinen tek şey, asılhayatın şimdiki hayattan çok daha iyi ve rahat olacağıdır. Asılhayatta herkes güzel/yakışıklı, zengin, başarılı, fit, zeki ve sağlıklıdır.

Ancak mutluluk konusu henüz bakirdir. Her şey yolunda ise mutluluk kendiliğinden gelir diye düşünenler çoğunluktayken, bu durumun tatminsizliğe, dolayısıyla mutsuzluğa yol açabileceği fikrini savunanlara, tek tük de olsa rastlanmakadır. Bu grup, asılhayattaki güzelliklere erişebilmenin tek yolunun, şimdiki hayatı bunları hakedecek şekilde yaşamak olduğuna inanır. Bu görüş ilk bakışta doğru görünmekle birlikte, karambolyaşayanlar tarafından şimdiki hayatı daha da zorlaştıracak olması sebebiyle dikkate alınmamaktadır.


Şimdiki Hayat

Asılhayata dair görüşlerden bağımsız olarak, her şekilde yaşanması gereken acılı, sancılı hayattır. Esas konumuzdur. Kuralları vardır, evrensel, toplumsal, kültürel, dini, geleneksel.

Evrensel Kurallar, genelgeçer kurallardır. Evrensel kabul görmüşlükleri, uygulamada kolay olduklarının bir işaretidir. Kendiliğinden, yaptırımı olmayan, hafif, basit kurallardır.

Toplumsal Kurallar, ortak noktaları da olmakla birlikte, toplumdan topluma farklılık gösteren, birarada yaşayabilmek için gereken, saygı tabanlı kurallardır.

Kültürel Kurallar, ortak noktaları da olmakla birlikte, kültürden kültüre farklılık gösteren, birarada yaşayabilmek için gereken, tarih tabanlı kurallardır.

Dini Kurallar, ortak noktaları da olmakla birlikte, inançtan inanca farklılık gösteren, ilahi kurallardır.

Geleneksel Kurallar, anlamlı, anlamsız, örf, adet tabanlı kurallardır.

Karambolyaşayanı kurallara uymaya iten, kolaya kaçma güdüsüdür. Kurallara uymadan yaşamak, beceri gerektirir, zorlayıcı, düşündürücüdür. Kural ihlallerinde, klasik karambolyaşayanlarla ters düşüleceği gözönünde bulundurulduğunda, uygun olan uymaktır.

Farklı uçlardan örnekler vermek gerekirse, okula gitmek, yemek yerken ağzını şapırdatmamak, erkek çocuklara pipisini göstertmek, kızlara hşşt, ayıp demek, çişini tuvalete yapmak, sinemada kabuklu yemiş yememek, büyüklere saygılı olmak, çalışıp para kazanmak, anne baba olmak.



Karambolyaşayan şimdiki hayatta evlenir. Erkek karambolyaşayanın evlenmesinde öne çıkan sebepler aşk sarhoşluğu ve anne baskısıyken, dişi karambolyaşayan, çocuk sahibi olmak veya evde kalmamak için evlenir.

Ve her şey böyle başlar...

Veya biter!

(1) Geleneksel Bilim Adamı

26 Aralık 2011 Pazartesi

İlişkimizi hayatımızın merkezine oturttuk mu...




Tamamdır!

Kendi ellerimizle, hem kendimizin, hem karşımızdakinin hayatını bir güzel mahvetme yolunda ilk ve en önemli adımı atmış oluyoruz!
Aferin hepimize!

"Çok seviyorum, onsuz bir hayat düşünemiyorum, bir gün bile ayrı kalamam!" diyen birinin, birgün şu cümleyi de sarfetmesi muhtemeldir;
"Bu kadar senedir evlisiniz, inanamıyorum size, nasıl beceriyorsunuz?"

Bilmişlik yapmayacağım, ben beceremedim. Hiç hem de… 
Belki becerirdim, yani bana kalsa becerirdim ama, "ilişki" diyoruz, iki kişinin birden becermesi gerekiyor. 

Evlenmesine 3 gün kalmış aklı evvel bir arkadaşım, hala sorguluyor… 
"Niye evleniyorum ki? Hayatım bitecek. Ne salağım!"

Benim bitmemişti hayatım.

Her şeyin bir zamanı var…
Cicim ayları, dipdibe, elele, gözgöze…
Evliliğin oturma dönemi var sonra.

"Ne çabuk oturdu bunların evliliği yaa!" demişti bir arkadaşım. 
2 aylık evliydik ve bir Cumartesi gününü ayrı geçiriyorduk. O hobilerine zaman ayırıyordu, ben sevdiklerime. 

Sık sık seyahat ediyordu iş için. O yokken ev bir başka keyifliydi…
Hiçbir şey yapmadan akşamı ediyordum!
Film seyrediyor, oyun oynuyor, duş alıp saatlerce bornozla dolanıyor, bütün gün yiyip içip herşeyi ortada bırakıyordum… 

Onunla olmak da çok keyifliydi… Birlikte yemek yemek, "nasıl geçti günün" sohbeti yapmak, kare karalamak, evde başka yer yokmuş gibi kanepeye sıkışıp sarmaş dolaş televizyon seyretmek… Sansür!
Ama ben daha şanslıydım. O daha çok çalıştığı için, ben, kendime, tembelliğe daha fazla zaman ayırabiliyordum. 

Birgün, farkında olmadan, sık sık onu evde yalnız bırakıp, alışverişe, ailemi görmeye, arkadaşlarımla yemeğe, içmeye gittiğimi farkettim. Farkında olmadan yapmakta olduğum şeyin farkına vardım yani…


O kadar keyifliydi ki evde yalnız geçirdiğim zamanlar benim için, o da yaşasın, o da kendi evinde, kendi kendine kalabilsin, istediğini yapsın, yayılsın, kapıyı kapatmadan tuvalete girsin diye, süt, peynir, ıspanak alıp, annemlere gidiyor, küçücük bir çorapçıda saatlerce çorap seçiyor, bir kahvede oturup, tek başıma çay içip, gazete okuyordum.

Elimden geleni, hem de büyük bir keyifle yapıyordum, kendimize ait, "biz" olmadığımız hayatlarımızı devam ettirebilmemiz için. 
İlkokulda öğrendiğimiz "a kümesi",  "b kümesi",  "ortak küme"yi hayata geçirmeyi başarmıştım kendimce. 
Bi' 10 sene daha devam ettirebilseydim, 10 senelik evlilerden olacaktık biz de…

Ama olmadı!


Belki yalnız kalmak istemiyordur, dizinin dibinde oturayım dedim, gene olmadı. 
Güvendim, hiç sorgulamadım, neredesin, kiminlesin, hiç sormadım o anlatmadığı sürece, yok!
Sevmediğimi mi düşünüyor acaba dedim, kıskançlık yaptım, o da yok! 
Ağzımla kuş tuttum, ı-ıh!

Arkadaşlarıma sordum, nerede yanlış yapıyorum diye. Aptal aptal baktılar suratıma. 

Birden bir şimşek çaktı. Çok sonra ama, iş işten geçtikten sonra. Yeni çaktı daha, bir iki gün oldu olmadı…

Aman Allah'ım! 
Buyum ben! 
Erkek ruhundan anlayan kadın!
Eş olamam! Kimsenin karısı olamam!

Sıkmam, zorlamam, sormam, sorgulamam… 
Sıkıldığını anlarım, yalnız kalmak istediğini anlarım, üzgünse anlarım… Üstüne gitmem, delirtmem!
Sevişmek istediğinde bilirim, uyumak istediğinde görürüm!
Yemek yaparım, kimsenin iştahını kaçırmam, ayı gibi yerim!
Kocam beni güzel görsün derim, kendime bakarım. 
Bir yere gidilecekse giyinir kuşanır, koluna yakışırım!

Metres olurum en temizinden, ama eş olamam!

Benim ne haddime erkek ruhundan anlamak! Öyle kadın mı olur? Arıza çıkartmadan kadın mı olunur??

Evet kızgınım!
Çok kızgınım!

Hayatında değişiklik yapma ihtiyacı hissedip, işe en yakınındakini kırmakla başlayanlara kızgınım!

Evliliği, ilişkiyi hayatının merkezine koyup, canları sıkıldıkça günah keçisi yapanlara kızgınım!


Özel hayatlarını tek bir çatı altında görenlere… 
Özel hayatlarını kendi elleriyle ortak hayata dönüştürüp, onu yönetmeyi beceremeyenlere kızgınım!
Kendilerine zaman ayıramayanlara, ayırsalar da suçlu hissedenlere…
Bunun vebalini eşlerine, hayat arkadaşlarına yükleyenlere…

Bu yazıyı okuyup "vay be" diyen erkeklere…


*********************************************************************************
Bu yazıyı beğendiyseniz
Herşeyi Yeni Bir Şeyden Beklemek

23 Aralık 2011 Cuma

40 yaşında bir erkek

40 yaşında bir erkeksen eğer
40 yaşındaki kadınlarla işin olmaz
Hoş, 40 yaşındaki kadınların da seninle işi olmaz

Çok geniş bir range'e hitap edersin 40'ında
50'liklere çıtır, 25'liklere olgun olursun
Yerindeyse libidon, ya kral olursun
Ya seyreder durursun 

40 yaşında evli bir erkeksen
Gider gelirsin "mutlu" evliliğinle zamparalık hayallerin arasında
İdare etme becerilerini geliştirmediysen bu yaşına kadar
İdare edersin içinde bulunduğun durumla

40 yaşında hala bekarsan, "müzmin" senin için girmiştir lügata
Ve "yeniden" bekarsan 40'ında 
Ya tekmelemiş, ya da fena tekmelenmişsindir biri tarafından
Zamanıdır azmanın
Teneşir herkesi bir şekilde paklayacak nasıl olsa…

40 yaşında babaysan
Köpekten daha havalıdır çocuk Bebek Parkı'nda
Bekar babaysan
Hafta sonların bitmiştir, 
Sen balede, resimde, kursta
Anası gezer Good Mood'da, Koridor'da

Hala bir kitap yazmadıysan
Ona buna sataşırsın teknolojik ortamda
Parayı da bulamadıysan, 
Sıfırdan zirveye çıkma hayallerini geçmişsindir hayatın dolambaçlı yollarında
Kestirme yolları aramaya başlamış olmalısın

Göbeğin yok, saçın varsa
Havalı havalı gezersin Bodrum beach'lerinde
Tam tersiyse durumun
Bilirsin ki gece parlamaz kafan ay ışığında
Hazır dar kot, beyaz t-shirt de out'ken 
Giy gömleğini git, sakın uluorta yerde çıkarma

Aklın başına gelmiş olmalı 40'ında
Herşeyin varsa, istemeye devam etmelisin
Demek ki veriyor Allah
Olgunlaştım ne isterim daha deme
Deme sakın haa…

21 Aralık 2011 Çarşamba

Bir senaryom var


Yüzlerce aşık kadın ve erkek üzerine…
Hepsinin hayatını tek tek inceledim.
Hepsinin mutluluklarını, acılarını, üşenmeden, tek tek…

Teker teker konuştum aşık olanlarla, sorular sordum, ortak noktalarını, farklı yönlerini görmeye çalıştım.
İlk olarak korkuyor musun diye sordum her birine.
Korkuyordu hepsi de…

Çok kolay olmuştu ortak yönlerini bulmak, şaşırdım.
Neden korkuyorsun oldu ikinci sorum.
Ne olabilir ki dedim…
Onu kaybetmekten, 753 kişi
Onu incitmekten , 302 kişi
Aldatılmaktan, 466 kişi
Beklediğim cevaplardı bunlar, gene bir fark yoktu.

Bir daha aşık olamamaktan, 12.863 kişi
Hayatının sonuna kadar onunla olup, o ilk heyecanı bir daha yaşayamamaktan, 3 kişi 
O ilk heyecanı yaşarken birini aldatıyor olmaktan, 332.916 kişi
Aldatırken yakalanmaktan, 19.956.333 kişi

İnanmayacaksınız belki ama, bunlar da beklediğim cevaplardı… 

Her biri, aslında yaşadığı an içinde mutluydu, dedim ya, aşık kadın ve erkeklerdi konuştuklarım. 
Her biri mutluydu ama, o ilk yakınlaşma, ilk heyecan önemliydi hepsi için. Ve birlikte geçirdikleri her gün, uzaklaştırıyordu onları o ilk günden.
İlk güne özlem başlıyordu yavaş yavaş hayatlarında.

Neler yapmışlardı o ilk gün?
Bir kısmı, sinemaya gitmişti, hmm… Yaratıcı! Elele de tutuşmuşlardır ikinci yarıda.
Bazıları birkaç kadeh içip yatağa koşmuştu,
Büyük çoğunluk ilk değil üçüncü güne bırakmıştı yatak sohbetini,
Daha büyük bir kısmı, içmeden sevişmişti, ayık olmak, her anını hatırlamak istemişlerdi.

Hepsini dahil ettim senaryoma.
Ama başrolü o 3 kişiye verdim. Hayatının sonuna kadar onunla olmaktan korkan o 3 kişiye! 
Diğerlerini de figüran yaptım. Film olacak kadar ilginç değillerdi, ama hayatın içindeydi hepsi, yer vermeden geçmek olmazdı.

Heyecanı bir daha yaşayamamaktan korkan diğer kişiler neden korkmuyordu peki hayatlarını tek bir kişiyle geçirmekten??

Çok vardı onlardan, bi' hatırlayalım mı?
Bir daha aşık olamamaktan korkan, 12.863 kişi
O ilk heyecanı yaşarken birini aldatıyor olmaktan korkan, 332.916 kişi
Aldatırken yakalanmaktan korkan, 19.956.333 kişi

Ama hayatlarını tek bir kişiyle geçirmekten korkmuyorlardı!
Akıllarından bile geçirmiyorlardı çünkü.
Hayatını bir kişiyle geçirmek akıllarından geçmiyordu…
Bilmiyorlardı bile ne olduğunu!
Korkacakları bir şey de yoktu! 
Son derece anlaşılır aslında…

O 3 kişi kimdi peki?
İkisi kadın biri erkek, aşıklar tabii…
O kadınlardan biri o adama aşık. Adam da ona…
Öbür kadın başka adama aşık, başka adam da ona. Ama başka adam figüranlar arasında. Yardımcı erkek oyuncu diyelim hadi… 

Korkuyorlar, çünkü, aslında mutlular. O ilk gün zaman zaman akıllarını kurcalıyor yalnızca…
Ama o kadar mutlular ki, asla düşünmüyorlar birbirlerinden vazgeçmeyi. Öyle kuru kuru korkuyorlar yani…

Soruyorum, madem bu kadar mutlusunuz, neden birlikte bir ömür geçirmekten korkuyorsunuz?
Cevap veremiyorlar.
Aşklarını yaşarken hayatı kaçırmaktan korkuyorlar belki de, kendileri de tam olarak bilmiyor.

Neyse, senaryo bayağı şekillendi bu 3,5 kişinin çevresinde. 
Kadın adamı seviyo, adam da onu… 
Öbür kadın başka adamı çok seviyo, başka adam da öbür kadını seviyo ama başka bi kadınla da takılıyo…

Figüranlardan evli olanlar var, akşam evlerine gidiyolar. 
Bazıları evli değil, onlar da aşık oldukları kadına yorgunum, evdeyim diyolar ve başka kadınlarla yemeğe çıkıp, öpüşüyolar.

Kadın hamile kalıyo, adam çok seviniyo. Arada bi git geller yaşıyo. Korkuyo, ama gene de seviniyo, heyecanla bebeği bekliyo.

Öbür kadın salak salak başka adama yemek yapıp duruyo. Kendine seksi donlar falan alıyo… 

Sonra bebek doğuyo, doğum fotoğrafçısı geliyo, kanlı kanlı fotoğraflar çekiyo, blur ediyoruz onları…

Figüranlar başka başka insanlarla sevişiyo. İşe falan gidiyolar, günlük hayat devam ediyo, alışveriş falan işte… 

Öbür kadın evlenelim diye tutturuyo, başka adam uzuyo! 

Sonra dünyaya bi göktaşı yaklaşıyo. Amerikalılar hemen dünyayı kurtarıyo. Gene!

Sonra öbür kadın kanser oluyo, iyileşiyo, hayat kısa diyerek önüne gelene mavi boncuk dağıtmaya başlıyo. Beni arıyo, korkmuyorum artık diyo.

Başka bi göktaşı yaklaşıyo. Çinliler, bu sefer de biz kurtarcaz dünyayı diye Amerika'nın kurtarma çalışmalarına izin vermiyo. 
Göktaşı Çin malı kalkanı delip geçiyo.

Figüranlar sevişiyo!

The End