30 Ekim 2012 Salı

Olmasaydım



Hayatın bize kötü davrandığını düşündüğümüz anlar vardır. Gezegenlerden biri, hangisi o bilmiyorum, geri gitmeye başlar ve o gidiş bitirir bizi, bazılarımızı.

Tepetaklak olur her şey. Bir anda olsa gene iyi, bir anda atlatırdık biz de. Ama zamana yayılır, bitmek tükenmek bilmez terslikler. Üst üste gelir, tam birine alışmışken, bir diğeri patlak verir.

“Neden ben?” deriz, sanki bizden başka herkesin, her işi rast gidiyormuş gibi. Sinir oluruz, düzenini kurmuş, hayatını yoluna koymuş sandıklarımıza. O kadarını görürüz durduğumuz yerden.

Oysa o “Ne güzel!” dediğimiz hayatlar, sorgulanmakla geçmektedir.

Mimar olmasaydım ne olurdum?
Evli olmasaydım nasıl bir hayat yaşıyor olurdum?

Sınırları çizilmiş, dik açılı çerçevenin içinde sıkışıp kalmış o resmi kıskanırız hiçbir şey bilmeden;

Ah bir koca bulsaydım!
Vah bir baba olsaydım!

Bir tasma ararız boynumuza takmak için. Ucunda da kısacık bir zincir olsun, sağlam bir ağaca sıkıca bağlansın, hayatımız “olmasaydım ne olurdum” sorusuna cevap aramakla geçsin.

Bize bahşedilenin değerini bilmeyiz. Sınırsızlığımızın, o cevabı bulmaya en yakın kişiler olduğumuzun farkına varmayız.

Evli ve iki çocuk annesi bir doktorun -elbette onun da hayatında iniş çıkışlar vardır- asla yaşayamayacağı, yaşamaya kalkarsa büyük ihtimalle kınanacağı pek çok şeyi deneyebiliriz halbuki.

Umursamaz olabiliriz mesela. Veya altın bilezik olarak adlandırılan, gerçekte son derece kısıtlayıcı olup, başka herhangi bir işi denememize bile müsaade etmeyen bir mesleğimiz yoksa, ressam olabilir, ya da beste yapabiliriz.

Yakınlarımızın yanında iyi aile mensubunu, girip çıktığımız ortamlarda psikopatın önde gidenini oynayabiliriz. Birinin yanında romantik aşık, diğeriyle kudurmuştan beter olabiliriz. Kimseye hesap vermemiz gerekmez, kimsenin bilmesi de... Babamıza, ablamıza söylemeyiz birden fazla ilişkimiz olduğunu.

Yazları sevecen, kışları kıl olabiliriz. İlkbaharda aşık olup, sonuncuda zıvanadan çıkabiliriz. Başka başka mevsimler olsa hatta, birinde tekeşliliği, diğerinde orospuluğu deneyebiliriz. Hangisinin bizde daha iyi durduğuna bakabilir, hangisinin daha çok yakıştığına, hangi kimlikle daha rahat ettiğimize karar verebiliriz.

Bu yaşımıza kadar duygusal, kırılgan yapımız ön planda olduysa, bu da bizi perişan ettiyse misal, o yanımızı, geçmişin yakında toz tutacak sayfalarına gömüp, gününü gün eden, kimseye eyvallah demeyen, kendinden başkasını düşünmeyen bir pislik olarak devam edebiliriz hayatımıza. Yakınlarımızın yanında yine iyi aile çocuğunu oynayabilir, bir dostun omuzunda ağlayabilir, annemizin kucağına yatıp sırtımızı kaşımasını isteyebiliriz.


Durduğumuz yerde hayıflanmak yerine, kendimize istediğimiz an yönünü değiştirebileceğimiz yeni yollar çizebiliriz, buna muktediriz.


Çıkış noktam en hızlı geçişi psikopatlığa yapmış olmam ve en kolay kabul gören halimin bu olmasıydı aslında. Ama beceremedim lafı oraya getirmeyi, sokuşturacak yer bulamadım. 

Dikkat edin demek istiyorum kısaca, “olmasaydım”ı yaşarken, taşıyamayacağınız kişiliklerin üzerinize yapışmasına izin vermeyin.




Bu yazıyı beğendiyseniz
Değişirken

16 Ekim 2012 Salı

Başı Ağrıyan Erkek Olunca




Bir taraf halinden memnunken, diğeri eşit olacağım diye bir tarafını yırtarsa, gün gelir, o diğer taraf zıvanadan çıkar, başladığı yere döner eşitlik, yine yalan olur.

Sesi çıkmayan taraf malum, erkeklerin eşitlik gibi bir derdi olmadı hiçbir zaman. Kadınlar ise, bağıra çağıra, çeke çekiştire isteyip durdular çok lazım gibi.

Muğlak bir kavram aslında, saçma biraz üstelik. Kastedilen hak eşitliğiyken, daha doğrusu olmalıyken, kadınların bunu, her alanda eşitlik olarak algılamaları da, tuz biber üstüne!

“Ne var? Onlar yaparsa biz de yaparız!”
Bok yaparız!

Biz onlar gibi araba kullanamayız mesela, motosiklet hiç kullanamayız. Kullanırız kullanmasına ama, onlar gibi olmaz. Çocukken başlıyorlar fren, patinaj sesleri çıkararak, ellerindeki simidi sağa sola çevirmeye. Kaç tane kız çocuğu var bunu yapan?

Futbol, basketbol da oynayamayız onlar gibi. Tartışılmaz gerçekler bunlar, aynı ligde değiliz. En kötü kadın futbolcu, en kötü erkek futbolcudan daha iyi olabilir belki. Ama en iyi erkek futbolcunun, en iyi kadın futbolcudan daha kötü olma ihtimali yok, nokta!

“Ama o futbol, başka şeyler konuşalım!”
Öyle yapıyoruz zaten genelde, işimize gelmeyeni geçiyoruz.

İstisna ve kaidelerden bahseden sözün geçerliliği saklı kalmak kaydıyla, diyorum ki; erkek kadından daha güçlüdür, sabırlıdır, mantıklıdır.

İyi bir gözlemcidir aynı zamanda. İzler, değerlendirir, çıkarımlar yapar. Elde ettiği verileri de, ihtiyaç duydukça, içinde bulunduğu duruma adapte eder ve kullanır.

Kadın istediğini almak için yırtınırken –ne olduğu önemli değil- erkek sessizce izler. Neler istendiğine, elde edebilmek için neler denendiğine bakar. Pratikte mümkün olmayanları eleyip, uygulanabilir olanları hafızaya alır. Birçok şey öğrenir kadından, teori kalabalığıyla boğuşmadan hem de.

Tek problem, kadından öğrenir bütün bunları. Dolayısıyla, kadınsı yollara sapar sık sık, tecrübe etmeyip hazıra konduğu için. Zamanla, ister istemez değişir halleri, düşünceleri. Kendi doğrularını bulamaz bıraktığı yerde, “idare eder” der, kadınınkileri benimser.

Kadın memnun:
“Sonunda bana yaklaştı!”

Yaklaştı yaklaşmasına da, kadınlaştı erkek.. Ve tuttu en can alıcı silahını doğrulttu karşı cinse, “hayır” demeye başladı yatakta. Bütün dengeler değişti.

Geceyi garantilemek için gün boyu yalakalık yapan adam gitti, başına çatkı çatmış, kaçacak delik arayanı geldi yerine.

“İstemiyorum” diyor artık erkek. Son dakikaya da bırakmıyor işini beşikten gol yememek için, olur olmaz her ortamda espri konusu yapıp, şakayla karışık mesajlar veriyor.

“Bugün de mi sevişeceğiz?”
“Yok valla bugün yapamam, başım ağrıyor!”
“İnsan karısına öyle şey yapar mı hiç?”

Gelen gideni gerçekten aratıyor bu defa.

- Tavuktandır!
- Yok yok, hormonlu çilek!


9 Ekim 2012 Salı

Erkeğin Şifresi



Ömrümüzü tüketti erkek milletinin şifresini kırma çabalarımız. Milyarlarca soru soruldu, milyonlarca diyalog geçti kadınlar arasında, öyle mi böyle mi içerikli.


Her yerde bir anahtar aradık, her deliğe baktık, küçücük de olsa bir ipucu bulabilme ümidiyle. Analitik yaklaşıp hesap kitap da yaptık, batıla bağlayıp rüyaya da yattık, nafile! Hiçbir şey bulamadık. Bulan varsa da söylemedi, paylaşmadı bizimle.

Daha komplike olan kadındı oysa, anlaşılması güç olan, sağı solu belli olmayan, pireyi deve yapan, durduk yerde yorgan yakan kadındı.

Hal böyleyken, erkekler, bu anlaşılmaz yaratıkları, yani kadınları çözme konusuna pek takılmazken, biz, o basit tek hücrelileri, yani erkekleri çözeceğiz diye, kırk bin dereden su getiriyoruz yüzyıllardır.

Kafalar karışık!

“Aramıyor, sormuyor, ama ben arayınca çok mutlu oluyor.” Yoksa gibi mi yapıyor?

“Hiç konuşmuyor, ama ben bir şey sorduğumda, en başından başlayarak büyük bir keyifle anlatıyor her şeyi.” Yoksa canı sıkılıyor da, vakit doldurmaya mı çalışıyor?

“Beni her yere götürüyor, herkesle tanıştırıyor, kardeşleriyle, dostlarıyla, iş arkadaşlarıyla. Ama aramıyor, sormuyor, özledim gel demiyor.” Hmm!

“Elimi tutuyor, gözümün içine bakıyor, kıçını dönüp yatmıyor, sarılıp uyuyor, ama...” Ama arayıp sormuyor değil mi?

“Bir yerde karşılaşsak, uzaktan izliyor, gözünü ayırmıyor, çok içtin, az içtin, kim o, neden senin yanında? Ama...” Amasını anladık artık, emin ol merak da etmiyor!

“Yanına gitsem elime yapışıyor, belime sarılıyor, öpücüklere boğuyor. Ama yanımda kal demiyor.” O kadarı yetiyor, seni uzaktan seviyor.

“Böyle bir cool trip’ler bazen, hadi sen git dercesine. Ama başka biriyle de görüşmüyor.” Üzülme ama, galiba uzaktan bile sevmiyor.

“Ama çok güzel bakıyor bazen de, böyle içine sokmak ister gibi sarılıyor.” Buna da hmm!

“Seni çok seviyorum, ama yalnız kalmam lazım diyor. Çok mutsuz, çok yalnız, yardım etmek istiyorum, ama ona ulaşamıyorum!” Hiç uğraşma!



Kafalar karışık!
Ruh hastası mı, ruhu mu hasta? Yoksa sadece erkek mi?

Kaçıp uzaklaşmak mı, sarıp sarmalayıp iyileştirmek mi? Yoksa sadece kabul etmek mi?

Başa gelen her ne ise, soru üstüne soru sorup, milyonlarca çengelli imin altında nefessiz kalmaktansa, şifre aramayı bir kenara bırakıp, gönlünce vakit geçirmek yeğ değil mi? Gittiği yere kadar, olduğu kadar ya da...

Vazgeçelim, çözemeyiz, yerleşik bakış açımızla çözemeyeceğiz de. Yanlış yerde arıyoruz cevabı çünkü, yanlış yerlere bakıyoruz, erkeklerde arıyoruz hep. Oysa şifre bizde, kadınlarda. Onca karmaşanın sebebi, onca cevapsız sorunun kaynağı biziz, onlar değil.

Karşımızda mıh gibi duran, ve kesinlikle eğilip bükülmek niyetinde olmayan bir adamı, değiştirip kendimize uydurmaya çalışmak, yeterince anlaşılmaz değil mi?

Veya, kelimelere dökemese de, -bazen kibarlıktan, bazen umursamazlıktan, bazen de beceriksizlikten- vücut diliyle, sıkıntılı nefes alıp verişiyle, bize aynı yerde olmadığımızı anlatmak için çırpınan bir adamın bacağına yapışıp, yerlerde sürünmek anlaşılmaz değil mi?

İstemediğini söylediği halde istediğine inanmak, gidiyorum dediğinde döneceğinden emin olmak, ya da henüz başlamamış bir şeyin, bitmesine engel olmaya çalışmak son derece anlaşılmaz değil mi?

Bütün cevaplar bizde aslında, onlarda değil. Durup kendimize bakmalıyız, içimize, biraz derinlere. Neyi nasıl yorumladığımızı, zaman zaman nasıl saçmaladığımızı görmeliyiz.

Her şeyi büyüten, içinden çıkılmaz hale getiren biziz, onlar değil, şifre falan yok... 

********************************************************************************* Bu yazıyı beğendiyseniz
Kocalar Karılarıyla Neden Sohbet Etmez

Beğenmediyseniz
Bir Bilseydik