Bölüm -I-
Gelenekler,
görenekler, öğren öğren bitmiyor. Her yerde farklı, bırakın bölgeyi, şehri, köyüne,
kazasına kadar farklı hem de! Bir kız isteme hikayesi yaşadık ki geçenlerde,
evlere şenlik, tam anlamıyla.
Önce kadınlar tanışıp kaynaşsın dediler, onlarda adet öyleymiş. Harıl harıl börekler açıldı, asmalar sarıldı, kek, kurabiye, baklava, klasik gün menüsü hazırlandı erkek tarafının kadınlarını ağırlamak için. Kaç kişi gelecekler bilmiyoruz, soramıyoruz da, ayıp olma ihtimali var adetlere göre.
Biz
altı yedi kişiydik o gün, koy üstüne bir on daha, büyük bir kalabalık teyzemin
iki odalı evi için. Fincanlar dizildi, çaydanlıklar boy boy ocağın üzerinde...
Derken
kapının önünde arabalar sıralanmaya başladı, bir, iki, üç, dört...
“Teyze
kaç kişi geliyor bunlar?”
“Bilmem
ki kızım, her arabada iki kişi olsa... Baksana devamı da geliyor.”
Biz
biraz gerginiz, olaylı bir geçmişleri var çünkü. Erkek tarafı kızı istemez, kız
tarafı ikisine de kıyamaz... Altı okka yapıp evereceğiz çocukları neredeyse.
İstemeyenler de, kızımızı beğenmediklerinden değil, tanımadıklarından. Hıyar
herif karşılarına çıkarmamış ki bir kere olsun, ben bu kızı seviyorum diye.
Kendi kendine iş yapmaya kalkmış. Ergen tavırları, isyankar model!
On
dört kişi indi o arabalardan, koy üstüne bizi, 20’yi bulduk. İçeride nefes
alınmıyor, kadınlar hamamına döndü salon.
Herkes
bir yer bulup oturunca, ilk olarak o bilindik sahne yaşandı. Önce solundaki
büyüğümüze sordu onların büyüğü:
“Nasılsınız?”
“İyiyim,
sağolun, siz nasılsınız?”
“İyi
çok şükür.”
“Ee?
Siz nasılsınız?”
“İyiyim,
siz nasılsınız?”
“İyi
çok şükür, sizi gördük daha iyi olduk.”
Sonra
bana, yine aynı kadın, ve öncesinde yine o sessizlik:
“Nasılsın
kızım?”
“İyiyim
teyze, siz nasılsınız?”
Ben
hesaplamaya çalışıyorum o arada, ne kadar sürecek bu hal hatır faslı.
Permütasyon çanları çalıyor! Sevimsiz sessizlik de başka türlü bozulmuyor ki
anasını satayım! Biz bunaldıkça kendimizi mutfağa atabiliyoruz en azından, ama
onlar kaçacak delik de bulamıyor. Oturuyorlar öyle salonda bezelye gibi.
Derken,
sohbet biraz ilerlediğinde, içlerinde bence en sevimlileri olan, kilolu yenge
“Efendim, çocuklar birbirlerini beğenmişler. Biz kızınıza talibiz.”
Allah
Allah! Hani tanışmaya geliyorlardı? İstemeye mi geldiler? Kimse hazırlıklı
değil. Biliyoruz tabii, eninde sonunda istenecekti bu kız ama... Konuşmadık ki
aramızda verecek miyiz, kim verecek... Hazırlıktan kastım bu yani, ekstradan
bir de Çerkez tavuğu yapmak değil...
Veriyoruz
biz kızı, annem veriyor galiba, emin değilim. Kimse hatırlamıyor, karambolde
gidiyor kız.
Kahveler
yapılıyor, börek çörek ikramları başlıyor. İki satır önce bok attığım o
sessizlik, mumla aranır hale geliyor yarım saat içinde.
“Teyze!
Hani istemiyorlardı bizim kızı? Ne bu sohbet muhabbet? Kaç kişi gelmişler böyle
istemedikleri kızı istemek için?”
“Bilmiyorum
ki kızım!”
Teyzem
o gün hiçbir şey bilmiyor.
Annem,
müstakbel damadın babasının karısına, evin yanındaki bahçenin sahibi olan
kadının ineğinin sütünden yapılan yoğurdun kaymağını anlatıyor. Ciddiyim,
gerçekten bunu anlatıyor. Kadın da tanıyor o bahçenin sahibini, ineğini de
biliyor.
“Ben
de oradan alırım artık, pastörize sütle güzel olmuyor yoğurt.”
Konuşmalara
katılan kişi sayısı arttıkça uğultu dayanılmaz hale geliyor. Bir ara damadın 90
yaşındaki babaannesi:
“Aah ah!
Hasan’ımın mürüvvetini görmeden ölürüm de gözüm açık giderim diye korkuyordum.”
Büyük
hala:
“Niye
korkuyorsun anacım, kapatırdık biz senin gözünü!”
Yenge
bana sarıyor o arada:
“Bak
bu benim küçük gelinim Hale, bu büyük gelinim Şule, bir de ortanca gelinim var,
o burada değil. Onun adı ne biliyor musun?”
“Esra?”
“Ay
evet kız, nereden bildin? Herkes Lale, Jale yürüdük sanıyor... Allah iyiliğini
versin e mi?”
Yenge
beni seviyor, ben de yengeyi, kaynaşıyoruz biz, aynen dedikleri gibi oluyor.
Önce kadınlar tanışıp kaynaşıyor.
Bölüm –II-
Tanışma
faslındaki iddialı katılımı görünce, isteme etabını annemin evinde yapmaya
karar veriyoruz, güneşli bir Pazar günü, öğle saatlerinde, bahçede.
Gelin
görün ki, akşam geleceklerini söylüyorlar. Eve sığmayız diyoruz, yok, şehir
dışındalar, ancak akşam... Bu sefer soruyoruz ama kaç kişi olacaklarını, 20
diyorlar. Eh, idare edebiliriz gibi görünüyor.
Kız
tarafı, annemin evinde olacağı için biz tarafı... Zaten 40 kişi varız, koy
üstüne 20, en az 60! Sayıyorum girince, komşudan alınan sandalyelerle birlikte,
tam 57 kişilik yer var oturacak. Bizim kıçımıza yer görmek haram zaten o gün!
“Anne
termos var m?”
“Var
kızım var, iyi düşündün!”
Hava
kararmaya yüz tuttuğunda arabalar dizilmeye başlıyor kapıda. Bir, iki, beş,
yedi, dokuz... Devamını göremiyorum, sayamıyorum. İnsanlar boşalıyor içlerinden,
onları hiç sayamıyorum. Birbirlerini görmemişler uzun süre belli ki,
konuşuyorlar aralarında. Karşılama komitesinin yüzüne bakan yok, bekliyoruz kapıda
mal gibi.
Derken
içeri girmeye başlıyorlar. 20 mi? En az 35 kişi var, çoluk çocuk hariç.
Giriyorlar, giriyorlar, giriyorlar...
Tamam
ev büyük olmasına büyük ama, malikane de değil!
“İstemeyeceklermiş,
direk nişan olacak” diyor bizden biri. Pek öyle gibi değil ama, çiçekler,
çikolatalar... Bir yanda da nişan bohçası, yüzük tepsisi...
Bizim
kafa iyice karışıyor. Büyüklerimiz bilir diye onlara bakıyorum, yok, hiçbir
fikirleri yok ne yapılacağı ile ilgili. Fakat içeride anlamsızca oturuyor bir
güruh! En sonunda, damadın babasının karısına soruyorum ben:
“İsteyecek
misiniz?”
“Tabii,
tabii, isteyeceğiz.”
“Sonra
mı kahve yapacağız?”
Yapmayacaktık
zaten o kadar insana kahve, görünür yerde oturanlara verip gerisini
geçiştirmekti planımız ilk andan itibaren.
Ben
kendimi çaya veriyorum. Makineler var bu sefer çaydanlıklara ek olarak. Her
köşede su kaynıyor.
“Anne
termos nerede?”
“Hah
kızım, iyi düşündün!”
Başka
bir şey düşünmüyorum zaten gün boyunca. Elimde termos turlayıp duruyorum
sonrasında. Boşalan demlikleri temizleyip yeni çay yapıyorum bir de sürekli
olarak. Dedim ya, çaya veriyorum kendimi diğerleri tabak doldurup taşırken.
“Erkekler
dışarı çıksın, bohça açacağız.” diyor biri içeriden. Ana! O da ne? Bohça açmak
ne? İki katlı koca bir paket geliyor ortaya, dantelli kurdeleli. Üst katta
sorun yok, makyaj malzemeleri, parfümler falan filan...
Alt kata geçmeden
tekrar bir kolaçan ediyorlar ortalığı, erkek kaldı mi diye. Sonra o da açılıyor.
Aman Allah’ım! O ne? Benim diyen pornoda göremeyeceğiniz şeyler çıkıyor alt
kattan, derili, zincirli, delikli... Tamam, biz önceden kaynaştık da, ne ara bu
kadar samimi olduk çözemiyorum ben. Kız çocukları var bohçanın etrafında.
Gözleri fal taşı gibi açılmış bakıyorlar.
Bizim
kızda hiç utanma sıkılma yok ama, bir elinde don, diğerinde kırbaç, poz veriyor
müstakbel kayınvalidesine ve erkek tarafının diğer kadınlarına. 90’lık babaanne
de bakıyor, ama görmüyor belli ki:
“Güzelmiş,
kızımız pek güzel!”
Kızımız
güzel de, sizin topunuz sapık! Teyzem kıpkırmızı, sıcak bastı bahanesiyle
erkeklerin yanına kaçıyor, bahçeye.
“Bilmiyorum
ki kızım!”
“Teyze,
damat bohçası yapacak mıyız biz de?”
“?”
“Damat
bohçası teyze! Yapacaksak içine yüzüklü, tırtıklı bir şeyler koyalım bari,
bolca da...”
Bohçaya bunları koymak nerenin adeti imiş ? :)
YanıtlaSilKaradeniz :) Ama bence adetten kalan sadece bohça, içi şehirli olmuş...
SilDün gece öğrendim ben de.Ama sen anlatınca gözümde canlandırmam daha kolay oldu.Harikasın Ece..
SilSağol Beece :) Tam da böyle yaşandı olaylar...
YanıtlaSilher detayıyla ordaymıs gibi yasadık Ececim :)
YanıtlaSil