28 Şubat 2012 Salı

Öteki Kadın Olmanın Adabı



Dışarıdan bakıldığında gayet güzel görünen bir ilişki... Ortak zevkler, bir takım hisler, sarmaş dolaş uyumalar, günaydın öpücükleri... Beraber alınan duşla başlayan, güneşli, güzel bir gün... Sevdiği erkeği elleriyle besleyen bir kadın, o elleri öpen bir erkek... Gün daha taze!

Bir de aynı kadının “yoğun” bir iş gününün ardından eve geldiği zamanki hali var, tıpkı bir gece önceki gibi. O sabah da o yüzden o kadar tatlıydı belki. Geceki huysuzluğunu, gereksiz kaprislerini unutturmak, hep güzel, uyumlu ve iyi hatırlanmak, eşini veya sevgilisini, dışarıdaki hayata, yüzünde tatlı bir ifadeyle “salabilmek” için.
  
Numara mı yoksa? Değil aslında, içten geliyor o öpücükler, duştaki sırnaşmalar, ballar, reçeller… Ama o uyuz tavırlar da içten; kaprisler, git başımdanlar… Kolay değil başetmek; iki kişilik bir düzenin içinde, iki kişilikli bir kadın. Bir de erkek!

Buralarda bir yerde işte “öteki kadın”. Böyle bir dönemde ihtiyaç duyuluyor ve ortaya çıkıyor. Öyle uzun uzun aramaya da gerek olmuyor genelde; bir yerlerde duruyor ve ortaya çıkacağı zamanı bekliyor.

Siz o kadınsınız şimdi, öteki kadın, ikinci kadın... Aman dikkat! Zor bir görev; incelik ister, sabır ister, her şeyden önce gerçek dişilik, ama huysuzluklarından arınmış bir dişilik ister.

Bağdaşmadı mı? O zaman hiç soyunmayacaksınız ikinci kadınlığa. Öteki kadın olma hevesinizden, tam şu anda, oturduğunuz yerde  vazgeçeceksiniz. Sizin için burada yazacağım her şey “saçma sapan”. Uzanın kumandaya, romantiğinden bir film seyredin; şöyle Meg Ryan’lı bir şeyler olsun.

Geri dönüp, ne zaman ortaya çıktığınıza bir bakın; ilişkide, başka birilerinin ilişkisinde sorun olduğunda sahne sırası size gelmişti, hatırladınız mı? Sorundan kaçan erkek geldi kollarınıza, yeni sorunlar arayan bir erkek değil...

Başlarda biraz dert paylaşacak, sonra karısını, sevgilisini sorunlarıyla beraber kafasından atacak ve size konsantre olacak. Dedim ya; dikkat! Size konsantre olması demek, size aşık olacağı, hayatının geri kalanını sizinle geçirmek isteyeceği anlamına gelmiyor kesinlikle. Huzur istiyor birkaç saatliğine de olsa, ona bunu vermemeye başladığınızda bitersiniz. Hiç öyle, olur da beni gerçekten sever mi triplerine girmeyin, yuva yıkmayın, sizin göreviniz o yuvayı toparlamak, dağıtmak değil!

Neden toparlayayım elalemin dağılmaya yüz tutmuş yuvasını diyenler; kumanda lütfen! Biz burada, sizin zaten öteki kadınlığı tercih etmiş olduğunuzu var sayıyoruz. Aşk romanları soldaki raflarda!

Her şeyden önce, o yuva dağılan bir yuva değil. Sadece sorunlu bir ilişkiye ev sahipliği yapıyor kısa bir süre için. Unutmayın, şifre: “kisabirsure”, bir ömür değil! Hem hayatının en mutlu dakikalarını sizinle geçirdiğini söyleyen bir erkek size de iyi gelebilir bir dönem, yıkamadığınız kıyafetleri çıkarmak keyif verebilir.

Anlaştık mı? Tamam o halde, neler yapıp nelerden uzak duracağınıza dair birkaç ipucu şimdi;

Yasak sorular;
Ne zaman geleceksin? (Belki hiç!)
Neredesin? (Sana ne?)
Beni özledin mi? (Haydaaa!)
Beni seviyor musun? (E çüş!)
Yağmur mu yağacak? (www.meteor.gov.tr)
Diş macunu bitmiş, gelirken bir tane alır mısın? (??)

Kısaca her türlü soru yasak ilişkinizde... Soru sormayacaksınız. Soru sormaya başlayan kadın ayarı tutturamaz, ne zaman boşanacaksınız deyiverir birgün adama. Ne zaman evleneceğiz der sonra. Soru yok!

Gelelim yasak cümlelere;
Seni çok özledim. (Sen de mi?)
Seninle çok mutluyum. (Sen de mi?)
Bu ilişkinin birgün gelip de biteceğine inanmak çok zor. (Off! Sen de mi?)
Keşke daha önce tanısaydık birbirimizi. (Niye ki?)
Kahvaltıda omlet yapalım. (Kahvaltı??)

Adam diş macunu almak istemiyor, anlıyor musunuz? İlişki de istemiyor! Evinize gelip, sizinle bir iki kadeh içip, konuşup, sevişmek istiyor. Sevişme kısmını anladınız da, ne konuşacağınız kısmı eksik kaldı gibi değil mi?

Günlük hayattan ufak tefek seçmeler yapabilirsiniz. İş yerinizde olan bir olaydan, size gelen komik bir mail’den... Komik olsun ama, sıkmayın adamın canını “Üç Avrupalı bi’ de bizim Temel...” fıkralarıyla!

Kısa kısa olsun anlattıklarınız, rapor istemiyor adam sizden, kafasını dağıtacak, günün yorgunluğunu unutturacak bir sohbet istiyor... Daldan dala atlamayı becerebiliyor olmalısınız. Ne konuştuğunuzu hatırlamasın bile sonradan, sadece sizinle ne kadar iyi vakit geçirdiğini hatırlasın. Gerisi boş!

Eski sevgilinizle yaşadıklarınız onu hiç ilgilendirmiyor, arkadaşlarınızı merak etmiyor… Ne kadar yalnız olduğunuzsa, duymak isteyeceği son şey!

Sıra yatağa gelirse, seks konusunda da ısrarcı olmamalısınız. Bırakın o isterse olsun. Başlarda fazla hararetli bir gece beklemeyin, ya da değişik olsun diye acayip numaralar göstermeye, garip pozisyonlara girmeye kalkmayın... Ona herhangi bir kadını hatırlatacak, herhangi bir uç hareketten uzak durun. Başlarda sadece, biraz sıradan olun.

Kalkıp gitmek isterse söylenmeyin, mutsuz kadını oynamayın. Kalkın yatağınızdan, kapıya kadar geçirip, “yanağına” bir öpücük kondurup gönderin. Ertesi gün onu aramayın, daha sonraki gün de... Siz onu hiç aramayın. Bırakın o özlesin, ihtiyacı olduğunda o size gelsin.
“Bu ne? Biz köle miyiz?” demeyin, siz istediniz! En başında kabul ettiniz her şeyi. O, tekdüzeleşen ilişkisinden kısa bir süre uzaklaşıp, hayatını biraz renklendirip, evine dönecek. Asla kendinize kalın bir minder aramayın!

*********************************************************************************
Bu yazıyı beğendiyseniz
Ey Tanrım En Az Üç Tane

26 Şubat 2012 Pazar

Bazen Kafalar Karışır



Aşağıdaki yazı, bazılarınıza tanıdık gelebilir, hafızanız yeterince kuvvetliyse. Hemen “alıntı, çalıntı” diye başlamayın. Bundan tam 10 yıl önce yazmıştım bir dergi için. Pek ilerleme kaydetmemişim, ben hala aynı ben, aşağıdaki yersiz soru işareti dışında. Onu da o zamanlar bilemezdimJ

O ne istediğini bilmiyor, daha 20’sinde...

Zannedilir ki, bu kadın beş on sene sonra aklı başında bir yaratığa dönüşecek, -yani belki de kadınlıktan çıkacak- zaman onu olgunlaştıracak, ne istediğini bu yaşlarda değil, o yaşlarda bilecek...

Oysa 20’sinde bir kadın ne istediğini tam olarak bilir. O kadınlığı keşfetmenin peşindedir bu dönemde. Ona kadınlığını hissettirecek erkeğin peşindedir. Daha doğrusu erkeklerin! Kendini tanımanın, vücudunu tanımanın, seksin, seksten zevk almanın, kendini geliştirmenin derdindedir. Erkek olandan neler beklediği ortadadır; sürekli heyecan, şehvet, cinsellik... Sürekli arzulanmak, beğenilmek... Kaslı ve popüler olanlarla çıkmak, onlarla görülmek, onlara vermek...

Hem yakışıklı olsun hem anlayışlı, hem seksi olsun hem evcimen gibi birbiriyle bağdaşmayan ikilemlerde de değildir o, yakışıklı ve seksi olması yeterlidir. Basbayağı da bilir ne istediğini. Kaslı ve popüler olanlar, onların bu isteklerine cevap verirken, kel, fodul ve tipsiz olanlar da kendilerinde neyin eksik olduğunu anlamaya çalışır dururlar. Bu ikinci tip erkek, daha ileri yaşlarda kıymete binecektir.

Bir dönem gelir ve tercihler değişir. Ama bu 40’lardadır, düşünüldüğü gibi beş on sene sonra değil. O zaman da ne istediğini bilir kadın. Huzur ister! İyi bir aşık, mükemmel bir yatak arkadaşı yerine, sadık bir koca, iyi bir baba... (?) Yersiz soru işareti bu işte.

Yapacağını yapmış, yaşayacağını yaşamıştır büyük ihtimalle. Bazıları, yaşayamadıklarını önlerine fırsat çıkarsa hala yaşayabileceklerini de öğrenmiştir. İş seyahatleri neden var ki?

Ama bir ara dönem vardır ki, kafalar çok karışır. Kadın unu elediğini ve eleği asma zamanının geldiğini düşünürken eli bir türlü varmaz o çiviye. Tam durulacakken şeytan bir dürtüverir. Tam hayatını yola koyacakken eski günler gelir aklına. Hiçbir sorumluluk taşımadığı, kimseye bağlı olmadığı, dertsiz, güzel eski günler... Hiçbir erkeğin değerini bilmediği, gününü gün ettiği, kırılır, üzülür, daha iyisi nerden bulunur tasası taşımadığı günler. Annesiyle babasının senelerdir süren mutluluklarıyla, hala o bar senin bu klüp benim sabahlara kadar ve her gece başka bir erkekle akıp kokan okul arkadaşının zamparalıkları arasında gidip gelir. Huzurlu birliktelik fikri acayip bir huzursuzluk verir.

Kendisini bu düzenli hayatından dolayı takdir edenleri sıkıcı bulurken, “Ne o çifte kumrular, geçmedi mi cicim ayları?” tarzı soğuk espriler yapanlara imrendiğini farkeder. En büyük zevki sizinle televizyonun karşısında pineklemek olan kadın, birdenbire aynı televizyonu sıkıcı bulmaya başlar. 

İşte siz bu dönemlerde alnınızı kaşımaya başlarsınız yavaş yavaş. Ailesiyle zaman geçireceğini söylediğinde, evli ablasına yemeğe gitmek yerine bekar abisiyle partilere gider. “Bu gece ablamda kalıyorum”un  yerini “Abimin arkadaşlarıylayım” alır.

Hiç rahat değil dediği seksi kıyafetlere yenileri eklenir. Doğum gününüzde size kek yapmak yerine kart gönderir. Üzerinde “Seni ne kadar sevdiğimi biliyor musun? İşte bu kadar!” değil; “En iyi dostuma!”” yazanlardan...

Hiç görüşmediği, sizin de hoşlanmadığınız Hande’yi arar her akşam, ya da Hande onu. Siz koltukta uyuklarken, yanınıza kıvrılmak yerine, kısacık bir “Seni uyandırmak istemedim” notuyla sıvışır evden. Telefonunu da evde unutur. Kadınlar da girer orta yaş bunalımına. Kırkından önce ama, sizden erken girip erken çıkarlar, teneşirlik olmadan.

Sabırlı olup bu durumun kendiliğinden düzelmesini bekleyebilirsiniz. Tabii yeterince salaksanız! Çünkü bir kere fıkfıklanmaya başladı mı arkası gelir. Bu dönemi sessiz sedasız, kendi kendine atlatmak yerine, size hissettirmeyi tercih ederse -ki bu gerçekten bir tercih meselesidir- sizi çoktan rafa kaldırmıştır. Akıllı kadın saklamak isterse bunu becerir.

İşler ters gidiyor diye kendinizde kusur aramaya kalkmayın. Hele hele hatunun davranışlarını çözmekle hiç uğraşmayın, yeni birşey keşfetmiş olmazsınız. Bu durum mutlaka sizden önce çözülmüş ve bir çok kitapta bilmemneloji gibi bir tanı olarak yerini almıştır. Var çünkü, o kadar çok ki bu kadınlardan, literatürde yeri olmaması mümkün değil. Siz neloji olduğunu öğrenip o sayfayı açın yeter. Tabii illaa da anlayacağım neler olduğunu diyorsanız. Yoksa zaten onları anlamadan onlarla olmaya alışıksınız değil mi?


********************************************************************************
Bu yazıyı beğendiyseniz
İbneyi Yolundan Döndüren Kadın

24 Şubat 2012 Cuma

Anlayışlı Kadın Modeli



"Ne kadar anlayışlısınız hanımefendi. Nasıl da bir çırpıda anlayıverdiniz eski karımla yaşadığım sorunları. Nasıl üzdü beni bir bilseniz, ne acılar çektirdi... Delirmek üzereyken karşıma çıkmanız ve sıkıntılarımı leb demeden anlamanız Allah'ın bir lütfu olsa gerek. Yoksa? Yoksa aradığım kadın siz misiniz? Yıllarca beklediğim, yıllarca hasretini çektiğim o adsız sevgili siz misiniz? Ruhumun ışığı, varoluşumun sebebi!"

"Evet benim, o benim. Sizi o kadar iyi anlıyorum ki! O kadının size çektirdiklerini, ne derin acılar içinde kıvrandığınızı görmemek için ruhsuz olmak gerekir. Sizin gibi hissiyat sahibi bir erkeğe kıyan, onu üzen kadına lanet olsun! Sizin sevginize layık olamamış bu kadın, hiçbir zaman size mutlu edememiş, yazıklar olsun! Üzülmeyin beyefendi, ben size o acıların hepsini unutturacağım.""

Erkek buradan sonrasını duymaz, çünkü kadın bunları söylemez!

İşte düştü bir tane daha! Ben de yıllardır senin gibi mutsuz erkeklerin peşindeyim. Neden mi mutlusunu bulmuyorum? Mutsuzuna yanaşmak daha kolay da ondan. Ne zaman arasam yalnız olacaksın. O kadar çaresiz ve umutsuzsun ki, bana hayır deme gücünü asla bulamayacaksın. Yalnız kalmak istiyorum dediğinde seni dinlemediğim için bana kızamayacaksın.

O perişan halin, karmakarışık düşüncelerin ve çok severken kaybettiğin kadının izleri arasında boğulurken, bana karşı koyamayacaksın. Sana peluş ayılar alacağım mavi mavi, gözleri gülen. Her baktığında beni hatırlayacaksın. Mutsuz evliliğinin pençesinden seni o mavi ayı kurtaracak, ben kurtardım zannedeceksin. Sabırla dinleyeceğim anlattıklarını. Gözlerim dolacak karını ne çok sevdiğini anlatırken. En iyi arkadaşın olacağım önce, çok üzüleceğim senin için, acılarını hissedeceğim. En azından sen öyle düşüneceksin.

Sonra bir şişe şarap alıp geleceğim sana. Beraber içeceğiz. Ben bir kadehle oyalanırken, sen sarhoş olacak, daha da zayıflayacaksın. Saçlarını okşayacağım ellerim titreyerek. Üzülme bebeğim diyeceğim. Üzülme, geçecek hepsi, bak ben yanındayım.

Aptal değilsin belki ama, gene de bana inanacaksın. Ve neyi asla farketmeyeceksin biliyor musun? Sana hiçbir zaman, bir daha dene, bir kere ara, madem çok seviyorsun konuş onunla demeyeceğim. Belki başlarda, güvenini kazanmak için, hızla geçen altyazılar gibi söylemek zorunda kalacağım benzer şeyler, ama üstünde durmayacak, senin durmana da izin vermeyeceğim. Asla gerçek bir arkadaş olmayacağım.

Dünyanın en anlayışlı kadınını bulacaksın karşında. Seni bir an bile yalnız bırakmayacağım için, hep benim yanımda ağlayacaksın. Benim, aşkına layık olabilecek tek kadının yanında! Buzdolabına notlar bırakacağım, baktıkça gözlerin gülecek, için ısınacak.

Bana haksızlık etmeye başladığını düşüneceksin sonra. Sana ne kadar değer verdiğimi, sevgimin bir karşılığı hakettiğini... Yavaş yavaş ağıma düşeceksin. Bensiz olamayacağını anlayacaksın. O kadar alışacaksın ki bana, o kadını unutacaksın. Seni gerçekten sevmiş olan, sana benim gibi içten pazarlıklara girişmeden, gerçekten aşık olan o kadını...

Senden sadece biraz çaba, belki bir özür bekleyen... Muhtemelen haklı olan, her gece yatağında tek başına ağlayan o kadını unutacaksın! Benim anlayışım, güleryüzüm, sıcak kalbim unutturacak sana onu.

Ne sıcak bir kalp ama!

Anlayışlı kadın modeli, süper model, top model! Kim kızabilir bana üzerlerine benzin döküp kibriti çakmak istediğim için? Kim karşıma çıkıp, haksızlık etme, belki o kadar da kötü biri değildir diyebilir?

Hiç kimse! Kötülüğün kendisidir o, kötülüğün, bencilliğin, adını bile bilmediğimiz birçok şeytanlığın anasıdır! Sinsice yaklaşır avına ve bir lokmada yutuverir.

Saf demek istemiyorum ama, erkekler masum yaratıklardır bir kadınla kıyaslandıklarında. Bir erkek, acılarını başka bir kadının kollarında dindirmeye çalışıyor diye suçlanamaz. Kimse onun, o kadını, gerçek aşkını ne çabuk unuttuğunu, kanı soğumadan daldan dala konmaya başladığını söyleyip ona kızamaz!

Zayıftır o, yalnızdır, tutunacak bir dala ihtiyacı vardır ve o anda karşısına çıkan anlayışlı modele hayır diyemez. Erkek fazla düşünmez, kurcalamaz, terk edildiyse terk edilmiştir, olan olmuştur! Bir kadın gitmişse gitmiştir, kötüdür. Başka bir kadın bu zor döneminde yanındaysa, dosttur, iyidir.

Mutlulukları da mutsuzlukları gibi gerçektir erkeğin. Gülüyorsa gerçekten gülüyordur. Ağlıyorsa ağlıyordur, gözleri yalandan dolmaz hiçbir zaman!  Onlar için hayat dümdüzdür, girintili çıkıntılı kıyılar yoktur. Herşey siyah ya da beyazdır demiyorum ama, gene de nettir, griler, pembeler azdır...

Ama kadınlar düşünür, bir daha, bir daha düşünür... Yandaş bulur, bir daha düşünür her şeyi, her yönüyle. Hazır olduğuna inandığında, silahları kuşanır, tam zamanında, tek atışla bitirir işi. Kadınlar sniper'dır.

Bu yüzden suçlanamaz erkek üç günde yenisini buldu diye. Kötü veya umursamaz değildir aslında, farkında bile olmadan dolanır çevresine örülen ağlara, sevdim, sevildim zanneder...

Taa ki biri onu uyandırana kadar.
Ben bir denemek istedim, işe yarar mı bilmiyorum...

Mutsuz erkek destek arar, ağlayacak omuz arar. Hayatına devam etmek, huzurlu
olmak ister. Bunun için de anlayışlı bir kadın arar. Bazen birden fazla…

**

Beni buldu iki tanesi, boşandığı gün kapımdaydı biri...
"Sen nasıl bir sevgili olursun?" 
"Seninle olmak nasıl bir duygu acaba?" 

Biraz fingirdesem; "anlayış göstersem" evlenme teklif edecekti neredeyse! 
"Sabahları huysuz mu kalkarsın?", 
"Kahvaltı da hazırlar mısın?" 
"Seviştikten sonra ne yaparsın?" 
Arkamı döner uyurum işin gerçeği. Yorucu ne de olsa!

"Alışverişe beraber gidelim mi?" 
"Benimle Kelebekler Vadisi'ne gelir misin?" 
"Akşam sana yemek yapayım mı?" 

Bana yemek yapacak! Eski karısının hayalleriyle dolu evde, onunla beraber seçip aldığı masada yemek yiyeceğiz ikimiz!

“Böyle şeyler düşünmen için biraz erken değil mi? Yeni boşandın, neden biraz kafanı dağıtmıyorsun? Neden arkadaşlarınla vakit geçirmiyorsun?" dedim, beni bir daha hiç aramadı...

Bir diğeri, eski dost düşman olmaz denen cinsten, eski kırıklardan! Boşanmak üzereydi, ne kadar zor olduğunu anlattım ona. 

Zaten beraber yaşayan insanların, evlenirken attıkları imza, hayatlarında pek birşey değiştirmiyor olabilir. Bu durumda zaten ayrı olan isanların, boşanmak için atacakları imza da aynı gibi düşünülebilir. Ama değil, asla aynı değil! Bunu anlattım. İyi düşünmesini, en ufak bir ışık bile görüyorsa tekrar denemesini, boşanmanın ayrı yaşamaktan çok daha farklı, çok daha ağır olduğunu anlattım. "Sağol, sen iyi bir dostsun" deyip 2 hafta sonra beni yeni sevgilisiyle tanıştırdı... Daha iyi teselli edenle!

Bir üçüncüsü çıksa karşıma, teselli arasa, gene böyle davranır mıyım? Sizce de o kadar aptal mıyım?

22 Şubat 2012 Çarşamba

Bir Kadını Bari Pas Geçin, Lazım Olacak!


- Yuhh! Bir tane bile yatmadığın kız arkadaşın yok mu?
- Iıı, bir düşüneyim... Galiba yok! Yok, yok, eminim yok.
- Oha be Koray! Kiminle konuşuyorsun peki bunları?
- İşte, konuşuyorum arkadaşlarla.
  
Kız herifin ağzına sıçmış yıllarca, bizimki her kurtulmaya çalıştığında, başka birinin koynunda bulmuş kendini. Ne zaman birine içini dökmek, açılmak istese, ondan önce davranmış karşısındaki, özellikle açılma hususunda. Gelen vermiş, giden vermiş... Hoşuna da gitmiş bu durum. Elde var bir, iki, üç derken, yenilere yetişme telaşından, esas konuyu unutmuş, kurtulması gereken kadını...

O kadın da, bu kafa karışıklığını fırsat bilip, şu meşhur dişi kuşlardan aldığı ilhamla, yapmış yuvasını. Evi bulmuş, günü almış, son provası kalmış gelinlik için... Davetli listesi hazırlarken bulmuş kendini bizim salak. "Azsalak" da değil aslında, başka türlü, anladınız siz!

- Nasıl geldin oğlum buralara?
- Yaa anlamadım ki, ne bileyim, bir baktım evleniyorum.
- Hasta mısın oğlum sen, olur mu öyle bir baktım evleniyorum?
- Olmaz işte, biliyorum, n'aapcaz şimdi?
- Of Koray of! Düşünmek lazım...
- Tamam da çabuk düşün, düğün haftaya.

Hah, kimseye gücü yetmedi, beni buldu sıkıştıracak! Söyleseydin ya zamanında, en azından iki hafta kala... Bırakın gelini, gelinliği, o 400 kişilik listenin yarısının kadın olduğunu varsayarsak, ben dahil 200 kadının ne giyeceği, o gece ne yiyeceği belli! Ama o düğün gerçekleşecek mi belli değil! Belli de, kimseler bilmiyor gerçekleşmeyeceğini, bir ben, bir bizim salak, bir de Allah! Gelin adayının haberi yok hayatının uzunca bir dönemini aday olarak geçireceğinden. Ona da yazık, ama elden bir şey gelmiyor üzülmekten başka...

O da bunları duyana kadar... Neler yapmış çocuğa, neler çektirmiş! Hak etmiş, etmemiş ayrı! Onu tartışmayacağız şimdi, erkek tarafıyız biz.

- Gider hamile kalır, herkese senden olduğunu söylerim!
- Sen hangi zamanda yaşıyorsun pardon ama? DNA'sını da kendin mi yazacaksın?
- Boray'dan hamile kalır, Koray'dan derim! Yüzde doksan tutar, o da yeter senin olduğunu kanıtlamaya!
- Hele de bu söylediklerinden sonra! Hem Boray'ın neden işi olsun ki seninle?
- Bilmem, kendisine sor, bugüne kadar neden olduysa ondan!

Yaran biiir!

Ama öyle salak ki bizimki, bunu bile kullanamamış ayrılmak için. Kardeşiyle arası bozulmasınmış! Kendi yaptıkları da az değil ya, sineye çekmiş, bu karmaşada bütün kirli çamaşırlar ortaya dökülür korkusuyla!

- Oğlum salak mısın sen?
- Salak deyip durma yaa! Yapamadım işte...

Yapamazsın tabii, kimbilir kaç kez affetmiştir o seni. Şimdi kızcağız, bir kerecik hata yaptı diye kapıya konur mu hiç? Olmaz, erkekliğe sığmaz... Hem nasıl farkedebilirsin ki, sadece “şimdilik” herşeye eyvallah dediğini. Nikahı bastı mı, bitecek o sessiz günler!

Akıl alacak, fikir soracak kimse de yok! Hepsini sıradan geçirmiş. Konuşuyorum dedikleri de erkek arkadaşları... Her birinin başında ayrı bir kadın, her biri başka bir dehlizde sıkışmış, çoğu kaçacak yol arıyor! İki kadeh içelim diye bir araya geldiklerinde, bu konular en lezzetli mezeleri oluyor masanın! Eğlenceli kısmı neresiyse orasından yakalayıp, anında geyiğe çeviriyorlar meseleyi. En babası, "s.ktir et abi yaa" diyebiliyor ancak, nasıl yapılacağı onda da yok!

Kadınlar düşmanınız değil elbette! Ama sıkıştırıldığınız zaman, gardınızı almanız lazım! Bunun içinse, hem eğitim, hem donanım lazım. Kadınlar konusunda uzman olmak lazım. Çoğunuz uzmansınız tabii, biliyorum, ama master konunuz bağlama! Oysa size daha kıvrak melodiler lazım!

Bunlara kafa yoracak sabrınız yok, onu da biliyorum, kadın işleri bunlar. Herşeyi didik didik etmek, ıcığını cıcığını konuşmak...

Iyy! Sevgilisinden yeni -ya da uzuun bir zaman önce- ayrılmış bir kadının anlattığı şeyleri dinlediniz mi hiç? Kaç dakika dayanabildiniz? Esnemeye başladığınızda, henüz tanışmaları aşamasındaydı büyük ihtimalle... Olsun, sıkmayın canınızı, konuşur onlar kendi aralarında, bunu becermek zorunda değilsiniz. Onlar konuşur, anlatır, anlarlar birbirlerini. Hiç de sıkılmazlar üstelik. Kırk aynı hikayeyi, kırk ayrı kadından defalarca dinleyebilirler. Sorunu masaya yatırır, çözüm ararlar yıllarca! 

Oysa herşey ortadadır, bir akıl etseler size sormayı! Ama görünen köy kesmez kadını, tartışmak, kurcalamak ister... Olmayacak şeylerle de uğraşır bu yüzden, koca samanlık cayır cayır yanar, siz söndürmeye çalışırsınız, yeşertmektir onunsa derdi! Başarır ama bazen bunu, nadiren olsa da, bir ömür uğraş gerektirse de. Böyle böyle bayağı bir tecrübe edinir, imkansız gibi görünen sorunların çözümünde.

Ve nasıl ki bu karmaşada debelenen kadınların cevabı en yalın haliyle sizdeyse -"He is just not into you!"- sizinki de onlardadır. Kendini az çok tanıyan bir insan, kendine en yakın canlıyı tanıyıp anlamakta da pek zorlanmaz. Kadınlar kadınları, erkekler erkekleri çözer "şıp" diye ilk bakışta!

Nelere muktedir olduklarını da bilirler birbirlerinin. Nasıl düşündüklerini, neyi neden yaptıklarını, herşeyden önemlisi, ne zaman ve nerede vazgeçtiklerini…

Uzun lafın kısası, sizi karşınızdaki kadınlardan, ancak yanınızdakiler kurtarır. Sizi kardeşi, arkadaşı gibi seven kadınlar. Onlardan bir iki tane edinmelisiniz acilen. Ama öyle iyi kızlar, Tombiş Ayşeler falan olmaz. Nasıl kadınlardan hoşlanıyorsanız, o tür kadınlarla dostluk kurmalısınız.

Bir yolunu bulup öğrenmelisiniz, orasına burasına dalıp, fantaziler kurmadan arkadaş kalmayı! Başınız sıkıştığında, bundan daha büyük nimet olamaz!


Vice versa:
Kadınların içinde bulundukları çıkmazdan kurtulmaları da karşı cinse danışmakla mümkündür. Onların işi çok daha çabuk hallolur üstelik. Erkek lafı dolandırmaz, uzatmadan söyler ne düşünüyorsa…

- "Sen beni istemiyorsun" dedim, cevap vermedi.
- Cevap vermediyse istemiyordur güzelim adam!

ILLUMINATI! (*)

(*) Bazı komplo teorisyenleri, İlluminati üyelerini aydınlanmışlar olarak addetmektedirler.


********************************************************************************
Bu yazıyı beğendiyseniz
En Tanrım En Az Üç Tane
Gizli Gizli Yaşamak

20 Şubat 2012 Pazartesi

İçinizdeki Manyağı Dışarı Çıkarın


Korkmayın, bir şey olmaz. Kimseye zararı dokunmaz. Bugüne kadar içinizde taşımadınız mı zaten? Telafisi olmayan bir hatası var mı geçmişte? Bir şey yaptı mı kimseye? Hem en azından, dışınızda olacak bu sefer, baktınız rahatsızlık veriyor, yoruyor sizi, tepelemek kolay olur.

İçinizde kalması daha kötü, inanın. Sizi için için zehirleyebilir. Şeytan rolü üstlenip, yoldan çıkarmaya çalışabilir sinsi sinsi. Sıkıntıdan patlamış, ne yapacağını şaşırmış olabilir. Bir anda ortaya çıkma arzusuyla tutuşup, şöyle bir dürterek, kötü emellerini sizin ellerinizle gerçekleştirmeye kalkabilir. Yapıyordur da muhtemelen. Kimbilir kaç kere yok yere birilerini incitmişsinizdir. Sonradan pişman olduğunuz ne çok şey vardır hayatınızda.

“Aniden sinirlendim” diye anlattığınız olaylar, işte o manyağın marifetidir aslında. Sebep yokken yaptığınız radikal değişiklikler de... Engelleyemezsiniz hiçbir şekilde, savunmasızsınız ona karşı. Göstermiyor kendini çünkü, içinizde saklanıyor.

Hem ne biliyorsunuz ki onun hakkında? Belki de tatlı bir manyaktır sizinki. Arada bayat esprilere katıla katıla güldüğünüz anlar, ıslık çalarak uyandığınız sabahlar olmuyor mu? 

Kumsalda sakin sakin güneşlenirken, bir anda kendinizi amele gibi dalgalarla güreşirken bulmadınız mı hiç? Karizmayı kaybetme endişesiyle, etraftaki çocuklarla oynuyor modeline geçmediniz mi? Çok eğlendiğiniz halde, tavırlarınızı mazur gösterecek bahaneler aramadınız mı?

Buyrun size bahane, yanınızda taşıyın. “Merhaba, ben Deniz, bu da içimdeki manyak!” “Ara ara sapıtabiliyor, mazur görün!”

Çekinmeyin, çıkarın... İçinizdekinden daha makul davranmaya başlayacaktır emin olun.

Ortaya çıktı artık, kendi yaptıklarından da, sizin saçmalıklarınızdan da o sorumlu! Sıranızı savdınız siz, yıllarca içinizde taşıdınız! Ne yaptıysa ceremesini siz çektiniz, herşeyini idare ettiniz bunca zaman. Kolaydı tabii içeriden atıp tutmak!

Gerçekten korkacak bir şey yok, biliyorum, ben yaptım. Kaşınmaya başlamıştı gene içeride, “Eeh!” dedim, tek hareketle çektim çıkardım...

Başlarda biraz zorlandım tabii...

Kolay değil yanında sürekli bir manyakla dolaşmak... Onu, içinizde sakladığınız manyağı, çevrenize kabul ettirmek... Zorluklar yaşayacaksınız bir süre, olacak bunlar...

Ama sonra rahatlayacaksınız. Yaptığınız her şeyi açıklama zorunluluğundan kurtulacaksınız bir kere, iki düşünüp bir söylemekten kurtulacaksınız. Dünya varmış diyeceksiniz. Yığınla öğretilmişin üzerini çizeceksiniz bir kalemde! İyi yaptıklarınızı kendinize, kötüleri manyağa mal etmeyi öğreneceksiniz zamanla.

Hayatınız boyunca, tüm enerjinizi onu kontrol altında tutmak için harcamış olduğunuzu göreceksiniz. Şaşıracaksınız, kendinizi bildiniz bileli, bunca zorluğa neden katlanmış olduğunuz sorusuna mantıklı bir açıklama getiremeyince...

Gönlünüzce yaşamaya başlayacaksınız...


17 Şubat 2012 Cuma

Özgürlük Masalları



Giyinip kuşanmışlar kendilerince bir güzel, siyah straplezler, mini etekler, hepsi beton gibi, hepsi sarışın, hepsi “sosyetik”... Her taraflarını açmışlar ama! Halbuki ne diyor Ivana? Ne diyor Hakan? “Mini etek giydiysen, dekolteyi abartma, göğsünü açacaksan, kıçına pantolon giy!” Bir kulaklarından girmiş, diğerinden çıkmış besbelli, ihtiyaç duymuyorlar belki de, adları yeter!

Dizilmişler barın içinde biraz izole bir yere, seperatör misali yüksekçe bir masayla ayrılmışlar halktan. Eller havada “Seveceğim, gezeceğim” nidaları, sevecek birilerini arıyorlar, kimseye ihtiyacım yok tavırlarıyla biraz ters düşse de... Aldırmıyorlar.

Hepsi havalı, hepsi 40’lık, hepsi dul! Kaçıncıyı devirmişler kimbilir, ya da kaçıncı kez devrilip ayağa kalkmışlar... Mağrurlar ama, kibirin bini bir para! Boşanma haberleri günlerce süslemiş gazeteleri sayfa sayfa. Zengin kocalarından ayrılırken dünyalıklarını yapmışlar. Boşanmış Barbi hepsi, bilir misiniz o fıkrayı? (*)

Şimdi dolanıp duruyorlar ortalıkta. Yeni hayatlarının tadını çıkarıyorlar. “Gencim(?), güzelim, param var, özgürüm!” Nereye geldiklerinden bihaberler oysa. Nasıl bir havuza düştüklerinin farkında değiller. O adamın karısıyken, hatta o adamdan boşanırken, dev medya ordusu ayrılmıyordu peşlerinden. Tanıyan, tanımayan, herkesin gözü üzerlerindeydi. Bakıyorum şöyle bir sağa sola, iyi güzel, paran var, özgürsün de, etraftaki en iyi kamera 8 megapiksel!

Kızlar! Yok öyle bir hayat!

Hoşgeldiniz yalnız kadınlar sokağına! Yenisiniz, bilmezsiniz, biraz aydınlatalım sizi. Burada sizi diğer kadınlardan ayıran pozitif bir özelliğiniz yok, önce onu bir sokun kafanıza. Buradaki bütün kadınlar genç, hepsi güzel, hepsi özgür, çoğu da sizin gibi paralı!

Bir anda fazla yüklenmek olacak belki ama, her gün her gün yıkmayalım hayallerinizi, bir defada yerle bir olsun, toparlanacaksanız da bir defada toparlanın.

Buradaki kadınların hepsi “sizden daha” genç, “sizden daha” güzel. Hepsi eğitimli, akıllı, çoğu kariyer yapmış, siz kocanızın sırça sarayında kendinizi oyalayıp, onun eve dönmesini beklerken.

Özgüvenleri ayarında sonra, sizin gibi kibirli değil hiçbiri. Yüzleri gülüyor üstelik, gerçekten gülüyor hem de... “Onu sevmem, bunu istemem, ona kapris, şuna göstereyim, öbürüne vereyim!” de demiyorlar, içleri dışları, bir değilse de, yakın!

Var tabii suratsız olanlar da, mutsuz, bayık, keyifsiz... Neredeyse sizinle aynı yaşlarda, hala akıllanmamış, hala kendini bir şey zanneden, talep görmeyen! Sayıları da oldukça fazla hani! Ama hemen sevinmeyin, onlar yetmez sizi su üzerinde tutmaya. En fazla rekabet edeceğiniz bir güruh bulur, arada bir sıyrılır, yüzeye çıkarsınız su kaplumbağası gibi...

Duydunuz mu kızlar? Yok öyle bir hayat! O kendinden emin tavırlar, o özgür havalar, kimseye sökmez buralarda, bilesiniz. Özgürlük, yalnızlık demektir jargonda.


(*) Adam kızına Barbie almak ister ve bir oyuncakçıya girer. 
“Barbie bebekler kaç para?” diye sorar.

Satıcı “Hangisi beyim?” der ve devam eder: 
“Barbie sporda 16.95, Barbie alışverişte 16.95, Barbie disco'da 16.95, Barbie boşandı 295” 

Adam şaşırır, “Neden hepsi 16.95 de boşanmış olan 295?

Satıcı cevaplar “Çok basit, boşanmış Barbie ile birlikte; Ken'in evini, arabasını, mobilyalarını da alıyorsunuz."

14 Şubat 2012 Salı

Kaçınılmazı Geciktirmek



Efendim, hepimizin bildiği gibi, her yıl Şubat ayının 14. günü, Aziz Valentine anısına, Sevgililer Günü olarak kutlanır. Her yerde bu konu üzerine yazılır, çizilir. Ocak ayından bu yana “Sen de patlatırsın artık bir şeyler Sevgililer Günüyle ilgili” gibi şeyler söyleyerek, böyle bir beklenti içinde olduklarını belirten arkadaşlarım var. “Yaa ne yazayım, herkes yazar nasıl olsa, onları okuyun!” diye geçiştirmeye çalışıyordum bir süredir.

Kararlıydım yazmamaya. Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmiştim ki...

Bu arada “yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmek” deyince sizin de aklınıza suda yüzmek ve balık kuyruğu gelmiyor mu? Ne saçma değil mi? Bir anda, 10-15 kelime önce, yüzülenin deri, kuyruğun da muhtemelen koyun kuyruğu olduğunu farkettim. Bunca yıl, gözümün önüne sadece su ve balık gelmişti, yalnız değilim, değil mi?

Farkındaysanız hala geciktiriyorum...

Neyse, yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmiştim ki, bir şey dürttü beni. Biraz daha dayansam, yırtacaktım Sevgililer Günü yazısı yazanlar alemine dahil olmaktan. Az buz da değil haa! Bugün elimize aldığımız her kağıt parçasında –market broşürleri dahil-, girdiğimiz her sitede –sigorta şirketlerininkiler dahil-, 14 Şubat’la ilgili bir şeyler görüyoruz.

Sevdiklerinizin hayat sigortasını bugün yaptırın, kaskoda %15 indirim kazanın!
“Olur da araba kazasında geberip giderse, hem paralar size kalır, hem de pert olan araba için cebinizden fazla para çıkmaz” mesajı...

Traş bıçağı alana ağda hediye!
“Ben kendime bakıyorum, sen de biraz özen göstersen iyi olacak” mesajı...

Prezevatif alana diyafram bizden!
“Neden hep ben korunuyorum, biraz da sen gir sıkıntıya” mesajı...

Pazarlama dahileri bunlar! Doğru düzgün, iş bilen, tecrübeli insanlara kampanya yaptıracaklarına, üç kuruşa kapatabilecekleri yeni mezun havalı veletleri oturturlarsa ilgili departmandaki masalara, olacağı budur!

Pırlantacılara lafım yok, aşkın sembolü tahtına yerleşmiş o pırıl pırıl taş, kim ne derse desin! Elinde kalp tutan peluşlar da iş yapıyor bu günde, oyuncakçılar da yapsın kampanya, eyvallah! Kılık kıyafet, eh, olabiliyor. Çiçekçiler, bir numara!
Restaurant’lar, barlar, cafe’ler, romantik oteller, spa’lar... Bunların hepsi kabulümüz! Ama gözünüzü seveyim bokunu çıkarmayın! Nedir bir marketin Sevgililer Günü telaşı? Olabilir, heveslenebilirsiniz bu özel günde özel bir şeyler yapmaya... Ama “şarap alana aşk kadehleri bizden” gibi bir şey deneyin bari, zorlamayın “X-Market St. Valentine Card”ı! Soğan patates!

Hala geciktiriyor sayılabilirim, pek Sevgililer Günü yazısına benzemiyor, daha çok pazarlama üzerine gibi sanki. Züğürt tesellisi mi? Olabilir...

Şunun şurasında bir kaç saat kaldı bitmesine, dayanabilecek miyim? Yoksa, “Geçen yıl Sevgililer Gününden bir gün önce...” diye başlasam mı? E hadi, kısacık bir hikaye size, karakterler gerçek hayattan...

Geçen yıl Sevgililer Gününden bir gün önce, eşim evi terketti. O günü ve geceyi nasıl geçirdiğimi hatırlamıyorum. Kaza anının, kazazedenin hafızasından silinmesi gibi bir şey olsa gerek. Ağlaya zırlaya bir hal olmuştum ama, orası çok net hala.

Neyse efendim, ertesi gün, yani 14 Şubat sabahı, bir fuar için yurtdışında olan kardeşim, olanlardan habersiz beni arayarak, eşine çiçek göndermemi rica etti. Ötesi belli işte...
- Ü-hüü, ü-hüüü!
- Pınar n’oolduu?
- Y y yyok bi şeeeyüüü-hüüü!
- Pınaaar, Pınaaar! Söylesene kızım n’oolduuu?

Zavallım, aradığına arayacağına pişman oldu!