Ne yapayım? Ben Coelho değilim,
ancak bunu becerebildim. Belki bir dahakine ağlarım... Sonra bi’ ihtimal Göksu
Deresi... Ama fazlası olmaz! Kişi kendini bilmek gibi de irfan olmaz!
Misafir gelecek, midemde bir yumruk,
tek lokma yiyecek halim yokken yemek yapmak... Halamı düşündüm. Peynir ve
salatalıktan başka bir şey yemeyen o kadının, nasıl olup da her gün yemek
pişiriyor olabildiğini anlamaya çalıştım. Yemeyeceği şeyleri pişirmek, tadına
bile bakmadan...
Ally McBeal’i düşündüm ardından, ne
alaka bilmiyorum... Onu suçlayan gözlerle sorgulayan adama, bir an bile
düşünmeden verdiği cevabı:
“What makes your problems bigger
than everyone elses?”
“They’re mine.”
Haklı, bence de...
O adam var sonra... Aylardır kafamı
kurcalayan o soru var bir de, cevapsız kalacağı kesin olan. Ya da cevap her ne
olursa olsun, beni tatmin etmeyeceğini bildiğim o soru: Söylemeli miyim?
Bir erkeğe, insan olarak değer
verdiğim, sevdiğim, kırmak istemediğim, çok yakınım, arkadaşım olan bir erkeğe,
yatakta berbat olduğunu söylemeli miyim? Söylesem ne olacak? Elimden bir şey
gelmez ki! Küstürdüğümle kalırım olsa olsa, ya da “Sen de...” diye başlayan
cümlelere maruz... Eğitim verecek halim yok!
Sonra oturdum işte pencerenin
kenarına, tezgaha tünedim, sigara içtim. Bütün bu saydıklarımı daha önce
yapmışım demek ki, ayakta. Donakalmış, zamanı unutmuş olmalıyım. Bayağı bir şey
düşünmüşüm şöyle bir bakınca.
Pişmanlıklarım ve pişman olacaklarım
geldi aklıma, buraya kadar düşündüklerimden bağımsız... Kopuk bir gün zaten,
her şey havada, o hava da puslu, dumanlı. Ve bir cevapsız soru daha üçüncü
nefeste; her daim pişman olacağız bir şeyler için. Orası kesin! Ama yaparsak mı
olacağız, yapmazsak mı? Burası da klişe! Hangisi daha kötü peki? Korkup vazgeçmek
mi, cesaret edip ağzımızın payını almak mı? İkinci seçenekte en azından bir
tecrübe var sanki... Diğeri, daha çok o eli pas geçmek gibi. Hele de alışkanlık
haline gelirse, hayatı sıyırmak...
İleride pişmanlık duyacağım şeyler
yapmaya karar verdim bugüne kadarkilere bakıp. Öldürücü bir şey yoktu
içlerinde, toparlanamadığım, yalnız kaldığım, altında ezilip doğrulamadığım bir
şey yoktu. Belli ki pek cesur davranmamışım, daha büyük adımlar atmaya, daha
sarsıcı hatalar yapmaya karar verdim.
Sıkıldım sonra, aklımdan geçen onca
saçma sapan şeyi düşünerek... Kalktım, o adamı aradım.
“Sen” dedim, “sen bugüne kadar
yanında çıplak kaldığım en berbat erkeksin! Kötüsün anlıyor musun? Hiç
olmamışsın.”
“Sen de...” dedi, bekliyordum bu
girişi. “Sen de...”, o beklemiyordu ama
belli ki, çıkmıyordu ağzından tek bir kelime daha. “Sen de çok...” Ha gayret!
“Çok acımasızsın!”
Deniyorum.