28 Ocak 2012 Cumartesi

Kadınlık Nerde Sıçar?

Üslubumun, dilimin kusuruna bakmayın, “Nerede Çuvallar” dedim olmadı, “Nerede Zorlanır” dedim, yanında bile geçmedi hissettiklerimin… “Kadınlık nerde sıçar” çünkü merak edip, kafa yorduğum şey bir süredir.

Kadın neden evlenme teklif etmez? Evlenme teklif etmeyi bile düşünmeyen kadın, neden evlenir?
Neden her genç kızın rüyası olan evlilik, birçok evlinin kabusu olur?

Bu evlilik işi, neden daha senesini bile doldurmadan, erkekte bir kapana kısılmışlık hissi yaratır? Ortada bu kadar sıtkı sıyrılmış koca örneği varken, neden bekar hemcinsleri, ceplerinde tek taş yüzüklerle dolaşıp, kendilerini, 3-5 ay sonra sıkılacakları bir kadının boyunduruğu altına sokacak teklifi yapmak için doğru anı beklerler?

Kadını güçlü kılıp, erkeği canından bezdiren nedir? Ya da erkeğin kendisini bulunmaz Hint kumaşı zannetmesi, ve ne zorluklarla elde ettiği kadına, başına kalmış muamelesi yapması nedendir?

Kadın neden koca arar, bulamazsa neden evde kalır?
Bekarlık erkeklerin sultanlığı mıdır?
Erkek neden evde kalmaz?
Bekar kadın neden sultan olmaz?

Nedir bütün bu zırvalıklar?

Öyle ki, benim bir kadın olarak, böyle bir konuya girebiliyor olmam bile, evde kalmamış olmanın verdiği rahatlık sayesinde aslında… Evde kalmış biri olarak böyle şeylerden bahsetsem, kız kurusu konuşuyor işte diyecekti birileri… Takacak mıydım peki ben bunu kafama? Takacaktım tabii…

Daha yüzlercesi var bu soruların, binlercesi belki… Bir o kadar da cevap mı arayacağız şimdi? Pilimiz bitmez mi, vaktimiz yeter mi?

Pil bitmez, bitse de şarj edilir, ya da yenisi takılır. Torunu yaşında oğlu var dedemin, abi diyor dayım yeğenine. Pil öyle kolay kolay bitmiyor yani, bitse de bir şekilde dolduruluyor.

Ama geçen zamanı geri alamıyoruz. Ne kadar dirensek de yavaşlatmak için, olmuyor. Tüm zamanların en kötüsü, en acımasızı biyolojik saat, pis pis sırıtıyor bize olduğu yerden. Durmuyor, bütün hayatımızı, bütün kadınlığımızı, bütün gücümüzü alıyor elimizden, onunla işimiz hala bitmemişse.

Çıkarıp atamıyoruz kolumuzdan, ya da bir tekmeyle çöpe fırlatamıyoruz! Her saniye duyuyoruz hain sesini tik-tak, tik-tak! Beynimizde zonkluyor! Vak-tin, tik-tak, dol-du, tik-tak!

Koca aramıyoruz aslında, evde kalmayı umursamıyor bir çoğumuz. Baba olacak adam arıyoruz! Anne olmak istiyoruz çünkü! Ve acelemiz oluyor bir yaştan sonra, çün-kü, tik-tak, za-man, tik-tak!
Bir yaştan sonra, yenisini bul, aşık ol, iyi geçin, güven, tanı, çok sev, evlen, barklan, zaman geçir, karar ver, çocuk yap… Olmuyor, zaman izin vermiyor!
Eldekinin suyuna gitmeye çalışıyoruz o zaman, kadınlığımızı da, tam o anda unutuyoruz işte! Bazılarımız…

Ya da çiziyoruz o aşamaların üzerini hızlıca… Evdekini gönderip, kadın kalıyoruz! Bakınıyoruz etrafımıza aceleyle, anneliği aradan çıkarıp, kadınlığa dönmek için, hızlı hızlı kararlar alıyoruz.

Sperm bankası mı? Gay komşumuz mu? Bir arkadaşımız mı?
Hayal çünkü baba olacak koca!

Hem ne gerek var?
İstatistiklere göre son derece riskli bir yatırım değil mi evlilik? Gün geçtikçe artan bir oranda boşanmayla sonuçlanmıyor mu? Boşanma demek sorun demek değil mi? Ya da her aşk, öyle ya da böyle, bir gün bitmiyor mu?

Sevgilimiz ya da kocamız olmayan bir baba, ayrılmış olduğumuz ve aramızda husumet olan bir babadan daha iyi değil mi çocuğumuz için?

Neden kadınlığımızın herhangi bir yanından vazgeçelim ki?
Çocuk da yapalım, sevgili de!


Haa, bu arada…
Kadını güçlü kılıp, erkeği canından bezdiren nedir?
Doğurduğu çocuk!
En büyük gücü budur, hayatta en çok istediği şey bir çocuksa ve onu elde ettiyse, ondan daha önemli hiçbir şey olamaz artık kadın için.

Alacağını almıştır, verip vermeme konusu vardır sadece gündemde.


*********************************************************************************
Bu yazıyı beğendiyseniz

Erkeğin Şifresi

Follow me on twitter :)

26 Ocak 2012 Perşembe

İlişkinin Başında Bo Derek Kıvamında Olan Hatun Sonra Nerelere Kaybolur?


Bir yere kaybolmaz, orada durur. Bo Derek’ten kasıt, seksi kadındır. Bo Derek her zaman seksidir.

Seksi kadın şişmanlamaz, yaşlanmaz, yıpranmaz, sıçmaz, yemez, içmez! Yerse de muz yer, dondurma yer en fazla! Eşofman giymez, makyajı bozulmaz, sivilcesi olmaz! Uykusu gelmez, gelse de kimse görmez gözlerinin kaydığını.

İlişkinin başında Bo Derek kıvamında olan kadın, ilişki süresince, sizin göremediğiniz zamanlarda pedikür yaptırır, ayaklarını üç kuruşa geçinmeye çalışan bir kızcağızın kucağına uzatıp… Önce pedikürü yapar bu “manikürcü” dediğimiz kızlar. Milletin ayak tırnağını kesme, topuğunu ovalama işi bir an önce bitsin isterler… Pis pis tırnaklar saçılır etrafa, bir oğlan çocuğu gelir, süpürür, sonra da kahve getirir… Eli ayağı bakımlıdır o kadının, istediği zaman istediği yerine baktıracak zamanı vardır.

İlişkinin başında Bo Derek kıvamında olan kadın, epilasyon da yaptırır, ne güzel benzetmedir, “tütsülenmiş tavuk gibi” kokar o odalar, siz görmezsiniz, duymazsınız.

Yediğine, içtiğine dikkat eder sizden önce, ama rakı sofrasında eşlik etmesini istersiniz, ocakbaşında lavaş yesin tereyağı ve tulum peyniriyle… Yemese, mızmız dersiniz, yese ayrı dert…
“Nerede o seksi kadın? Yağların altında kaldı!”

İlişkinin başında nazını niyazını çektiğiniz, hazırlanmasını sesinizi çıkarmadan beklediğiniz kadın, kırk saatte evden çıkamayan kadın olur sonradan. Kime süsleniyorsa bu kadar?! İlişkinin başında, sizinle buluşacağı için iki saat öncesinden hazırlanmaya başlar, haberiniz olmaz. 

Devamında ise, isten kaçta çıktığını, ne zaman ne yaptığını bildiğiniz için vermezsiniz ona ihtiyacı olan zamanı, bildiği gibi hazırlanamaz. Aceleyle fırlar evden size bekletmemek için, parfüm bile sıkamaz…
“Nerede o seksi kadın?” Makyajı yarım kaldı!

İlişkinin başında, her haliyle bayıldığınız kadın, size kendini beğendirme telaşına kapılmaya başlar sonradan. Hem kendine ayırdığı zaman kısıtlanmış, hem karşı tarafın beklentileri artmıştır. İlk günkü gibi olmasını istersiniz her daim, evde pijamayla dolaşamaz! Gecelik giyse seksisinden, “Manyak mısın bu soğukta!” dersiniz, ne yapsa yaranamaz! Üşüyemez, ter kokamaz, hasta olsa burnu akamaz!
“Nerede o seksi kadın?” Sıkıldınız, yarı yolda kaldı!


********************************************************************************
Bu yazıyı beğendiyseniz
Bizden Geçti

25 Ocak 2012 Çarşamba

İşyerinde Altınızda Olan Erkek İlişkide Üstünüze Çıkabilir mi?



Geçmişte kaldı bizi gülümseten, “fakir kızla fabrikatörün oğlu”, “fabrikatörün kızıyla fakir delikanlı” senaryoları! Karmaşık görünürlerdi belki, ama o hikayeler daha yakındı mutlu sona.

Bir kere, o fabrikatör Hulusi Kentmen olurdu genelde. Ne babacan, ne tatlı adamdı, ruhu şad olsun. İstediği kadar fabrikatör, istediği kadar zengin olsun, ne kadar sert görünürse görünsün, o yumuşacık yüreği asla dayanamazdı biricik evladının aşkına. Düğün dernekle biterdi o filmler çoğunlukla, veya o beyaz bıyıkların ilk defa gülümsediği son kareyle. Asla kırmazdı aşıklar birbirini, hayata karşıydı savaşları, kendi aralarında değildi hiçbir zaman.

Ben öyle hatırlıyorum en azından...

Günümüzdekilerse...
Zor biraz!

Şimdi işler başka türlü. Fakir kıza son model araba çarpmıyor, aynı yollardan geçmiyorlar bile... Ya da zengin kız arabasını götürdüğü tamirciye aşık olmuyor, şoför götürüyor arabayı... Öyle karşılaşmalar bile olmuyor yani, davul daha bir dengi dengine çalıyor günümüzde.

Hayat koşturmacasına öyle dalmışız ki hepimiz, bir ilişkimiz yoksa, sebebi de vakit ayıramamaksa, gözümüzün önünde durana kayıveriyor gönlümüz, davulu zurnayı unutup.

Aklımız başımızdaysa, altımızda çalışana aşık olmadan önce, “mobbing”i “google” ediyoruz, avukata danışıyoruz. Ama aşk kapıyı çoktan çalmış, eşiği de geçmişse, yapacak fazla bir şey kalmıyor.

İncecik ipler üzerinde dansetmeye çalışıyoruz, belli belirsiz sınırları görmeye çalışarak. Ve bunu, aşk aklımızı başımızdan almışken yapmaya çalışıyoruz.

Kıskansak, gösteremiyoruz, kırılsak trip yapamıyoruz! İşini doğru düzgün yapmadığında kızamıyoruz, “ya ilişkimiz anlaşılırsa” korkusuyla başarısını takdir edemiyoruz. Terfi ettirsek “kullanılmış” oluyoruz, ettirmesek mobbing!

Bütün bu zorluklara göğüs gererek yaşıyoruz ilişkimizi. Hele de bizden gençse, hele de herkesin gözü üzerindeyse...

Diğer taraftan, kendimizi işyerimizin dışına attığımızda, başbaşa kaldığımız, ilişkimizi yaşamaya başladığımızda da bitmiyor sorunlar.

Bizden genç ve tecrübesiz sevgilimiz, romantik bir akşam planladığında, rezervasyonu bizim yaptırmamızı istiyor, oralara daha sık girip çıktığımız, daha çok tanındığımız için.

Kendi bekar evi yerine bizimkini tercih ediyor, daha konforlu, işe daha yakın... Ama panjur bozulduğunda tamir ettiremiyor, internette sorun olduğunda bir telefonla halledemiyor.

Bitmesini istemediğimiz uzun gecelerden, bitmek tükenmek bilmeyen günlere uyanıyoruz her defasında!

İşyerinde gizli gizli, evde sevgili mi bakıcı mı neyiz belli değil bir durum! Uzuyor da uzuyor günler... Başbaşa yediğimiz romantik yemek, ancak o geceyi planlarken girdiğimiz stresi alıyor üzerimizden, fazla bir şey katmıyor. Bir adam var aşık olduğumuz, ama bize yapacağı sürprizi bile bize hazırlatıyor!

O zaman alıyoruz işte maşayı elimize! Sadece işte değil, heryerde üstüne çıkıyoruz. Eziyoruz bile bile, üzüyoruz! Seviyoruz, vazgeçemiyoruz ve yaşadığımız tüm zorlukların sinirini ondan çıkarıyoruz.

Başka arkadaşlarımızdan yardım istiyoruz ihtiyacımız olduğunda, başka erkeklerden, bazen eskilerden... Bunu da çekinmeden söylüyoruz ona, ezmek için, üzmek için!

Yoruluyoruz, bocalıyoruz... Göz açıp kapayıncaya kadar biten gecelere eyvallah deyip, gün boyu bizi prensesler gibi yaşatan adamlara kayıyoruz.
Aşık olduğumuz adamı, planlarımıza dahil etmiyoruz. Gün geliyor, s.kt.r çekiyoruz!

Ama o gelen günü işyerinde geçiriyoruz. Deli gibi dolanıyor ortalarda bacaksız! Yüreğini çocukça bir korku kaplamış, “Ya beni buradan da yollamaya kalkarsa?!” Bir bakıyoruz ki, bu kadar zaman gizlediğimiz ilişki, herkesin ağzına sakız olmuş! Korkudan kimlere sığınacağını şaşırmış veled-i zina, dostumuz düşmanımız birbirine karışmış! Herkes bir anda kaşar bellemiş bizi! “Çocukcağız” tir tir titriyor!

İyi, güzel de, biz bu kaşarlıkla nasıl aşık olduk o delikanlıya? Ne zorluklara katlandık, ne sıkıntılar çektik aşkımız için! Bunu görmez mi kimse?
Görmüyorlar işte, hepsinin gözü ufaklığın üzerinde! “Aman ona bir zarar gelmesin!”, “Aman bu genç yaşında işsiz kalmasın!”, “Aman bizimki bunu daha fazla hırpalamasın!” En yakınınız bile tarafsız kalamıyor, koruma içgüdüsü tavan yapmış!

Oysa kimin kimi hırpaladığı belli değil! Biri aşk acısıyla, diğeri g.t korkusuyla indiriyor da indiriyor yumrukları arka arkaya...

Ve cesur olan değil, korkak olan kazanıyor!


********************************************************************************
Bu yazıyı beğendiyseniz
Özgürlük Masalları

Beğenmediyseniz
Hoşçakalın...


24 Ocak 2012 Salı

Kocalar Karılarıyla Neden Sohbet Etmez?



Özet:
Malzeme bitmiştir de ondan!

Tüm malzeme tavlama aşamasında harcanmıştır, geriye de anlatacak pek bir şey kalmamıştır. Budur, kadın kısmının üstüne alınmasını gerektiren bir durum yoktur!

Devamını okumanıza da gerek yok, uzatıp duracağım yukarıda 2 cümle ile ifade ettiğim düşünceyi... Kadınım ya!

Koca denen adam, karım dediği kadını, tatlı diliyle bağlamıştır zamanında. Neler neler anlatmıştır karı-koca olmadıkları dönemde. Ne hoş sohbet adamdır, ne maceraları vardır karısı olmasını istediği kadınla paylaştığı...

Hayallerinden, planlarından bahsetmiştir. Hayallerini de, planları gibi anlatmıştır büyük ihtimalle. Boş oldukları anlaşılmasın diye, altlarını doldurmuş, sağlam temellere oturtmuştur, güvenilir koca adayı imajı çizerken.

Ablasının kızından, kuzeninin küçük oğlundan, onlarla nasıl iyi vakit geçirdiğinden bahsetmiştir, çocuk sevgisinden!

İşini de anlatmıştır sevdiği kadına, oralara nasıl geldiğini, işinde ne kadar iyi olduğunu, ne kadar değer verildiğini...

Ailesini, anne babasını, kız kardeşlerini anlatmıştır.

Fikirler vermiştir sevgilisine ihtiyacı olduğunda. Farklı bakış açıları kazandırmaya çalışmış, destek olmuştur.

Güldürmüştür de onu sık sık, bir gece nasıl sarhoş olduğunu anlatmıştır mesela, nasıl rezil olduğunu, neler yaptığını bile hatırlamadığını...

Gel gör ki;

Koca denen adamın, karım dediği kadını bağlama süreci bitmiştir. Artık karı-koca oldukları ve zamanlarının büyük kısmını beraber geçirdiklari için öyle macera falan yoktur anlatacak... Maceralar bitmiştir “koca” sıfatıyla!
   
Hayaller, planlar, ya gerçekleşmiş, ya da gerçekleşmeyeceği kesinlik kazanmıştır. Yenileri ise alay konusudur artık kadının dilinde... “Çok duyduk bunları” bakışı ile dinler kadın. Vazgeçer erkek konuşmaktan!

“Çocuk kahkahaları ile şenlenen yuva”, bir dakika bile huzur bulamadığı dört duvar olmuştur erkek için. Ya çocuklar zırıldamaktadır, ya da evlilikteki dişi! Çocuklarınki o kadar bozmaz da, “Herşeyi ben yapıyorum, çocuklarla hiç ilgilenmiyorsun, tuvalete bile yalnız giremiyorum.” diyen kadın, zorlar erkeğin sabrını! Kendi bildiği gibi sevemez çocuklarını, karısının istediği gibi sevmek ve ilgilenmek durumundadır. Bunu yapamadığında da, çocuk sevgisi yalan olur kadının gözünde!
     
İşi, artık başarısının göstergesi değil, ailesinden çok vakit ayırdığı bir meşgaledir. Sürekli toplantısı vardır, her dakika beklenmedik bir aksilik çıkar, yeni iş anlaşmaları için birilerini yemeğe götürmek gerekir falan filan... Kadın için bunların hepsi bahanedir. Kocanın eve geç gelmek, çocuklardan ve ev ortamından uzak kalmak için uydurduğu bahaneler... İşini de anlatmaz olur erkek.

Annesi kaynana, kızkardeşi görümcedir artık! Bu konuda da anlatacağı bir şey kalmamıştır. Zira karısı onları kendisinden çok daha iyi tanımaktadır!

Fikirlerine de ihtiyaç kalmamıştır, “kelin ilacı olsa” hesabı! Hem ne anlar ki koca, kadının sıkıntılarından?  

Karısı olmaya aday kadını, katıla katıla güldüren sarhoşluk maceraları ise, büyük bir utanç kaynağıdır, karısı olan kadın için! “Nasıl bir adamla evlendim ben!” dedirten!

Velhasıl karısıyla konuşmaz olur erkek!

Budur yani, kadın kısmının üstüne alınmasını gerektiren bir durum yoktur!


*********************************************************************************
Bu yazıyı beğendiyseniz
Anlayışlı Kadın Modeli

Beğenmediyseniz
Alka Seltzer Günlerine Dönüş

18 Ocak 2012 Çarşamba

Ex'le Aldattıysanız... devam




Evet, bu bir davet ve siz ufak ufak kıllanmaya başladınız bile. “İçkim bitti...” Geri döndüğünüzde merdivenleri inmiş, bahçede dolaşıyordu bu kez. “Gelsene, burası çok güzel!” Bir ağacın dibine oturdu. “Dolunay her zaman etkiler beni. Aslında uzun zamandır sıkıntı veriyordu, Mert gittiğinden beri o kadar yalnızım ki!” “Sarı Mert mi? Uzun olan?” “Evet. Sarı Mert, uzun olan. Evlenmek üzereydik biliyor musun? Sonra ne olduğunu anlayamadan bitiverdi herşey. Bir gün ıslık çalarak geldi eve ve ben Kanada’ya yerleşeceğim dedi. Bugün tam bir sene oldu o gideli. O kadar yalnızım ki!”

O yerde otururken siz asker gibi ayakta dikilemezdiniz ya, çöküverdiniz yanına. “Üzülme, geçiyor hepsi, mutlaka daha iyisi çıkacak karşına, sıkma canını.”dediniz. Buğulandı bakışları, o buğulandırdı aslında, kadınlar iyi becerirler bu işi. “Olabilir, belki de haklısın. Neyse, beni boşver, sen neler yapıyorsun?” İşinizden gücünüzden bahsetmeyi tercih ettiniz, ama o, eski günlerdeki samimiyetinizden güç alarak konuyu başka yerlere çekti. “Hala eskisi gibi misin? Gerçi erkekler olgunlaştıkça daha çok mutlu ediyorlar kadınları.” Güldünüz; “Pek bir değişiklik yok, hala aynıyım. Bunları mı konuşacağız şimdi?” Sıkılmıştınız biraz. Hemen farketti; “Hayır konuşmayacağız.” Ve siz konuşmamayı tercih etme sebebinin icraata geçmek olduğunu gördünüz.

Öpüşüyordunuz! “Bu doğru değil Arzu, yapma lütfen!” Tabii ki kibarca söylediniz bunu, Mert terkettiğinden beri yalnızdı o, ve muhtemelen çok da mutsuz, bir de siz incitmemeliydiniz. “Sence doğru ne? Doğru olan benim yalnızlığım mı?” diye fısıldadı kulağınıza sizi öpmeye devam ederek. “Seni istiyor olmamın nesi yanlış? Sevgilinin buralarda olmadığını söylemiştin değil mi?” Daha fısıltılı, daha seksi, daha yalnız bir sesti bu seferki. “Yapma Arzu! Lütfen yapma, ben...”

Arzu sizi öpüyor, size dokunuyor, ne kadar ihtiyacı olduğunu hissettiriyordu;  “Lütfen!” diyordu, “Lütfen!” Çaresizdi, yapayalnızdı! Siz de erkektiniz en nihayetinde. Üstelik ufaklık da uyanmaya başlamıştı yavaş yavaş... “Bak, ben böyle bir adam değilim, sevgilim var ve ona hiç ihanet etmedim bugüne kadar!” “Bugüne kadar etmediysen, bugün de etme, sadece seviş benimle, onun yerine koyman gerekmez!”

Eşek olmadığınıza göre, size en az sevgiliniz kadar ihtiyacı olan, yalvaran bir kadına daha fazla hayır diyemezdiniz. Ağaçların altında eskisi gibi sevişmeye başladınız onunla. Bir geceden ne çıkar canım diyen şeytana uydunuz. Haklıydı şeytan! Üstelik geçmişte kalmış bir ilişkiydi bu, eski ilişkilerinizi hiçbir zaman konuşmamıştınız sevgilinizle, şimdi de konuşmaya gerek yoktu. Bu bir ihanet de değildi aslında, geçmişe bir yolculuk olarak değerlendirilebilirdi.

Uzun uzun seviştiniz, hava size de güzel, ılık gelmeye başlamıştı. Tabii canım, doğru olmazdı Arzu’yu bu sıkıntılı günlerinde yalnız bırakmak, çok kırıcı olurdu. Kimsenin haberi olmayacaktı zaten bu geceden. Eski sevgiliyle yaşanan, sadece ikinizin bileceği küçük bir kaçamak. Bütün gereksiz düşünceleri attınız kafanızdan, ihanetin yarattığı suçluluk duygusunu taşımadan mutlu ettiniz onu!

Taa ki ertesi gün, gecenin büyüsü, dolunayın ışıltısı kaybolup, tek başınıza gerçek hayata dönene kadar, gayet emindiniz yaptığınızın doğru olduğundan. Ama güneş doğmuş, ihanet alametleri beyninizde dolaşmaya başlamıştı. Yatağınızda dönüp duruyordunuz. Kendinizden nefret etmeye başladınız, yapmamalıydınız, bir gece için değmezdi. Şeyinize hakim olamamış ve mükemmel ilişkinize ilk darbeyi indirmiştiniz. Onu aldatmıştınız! O narin yapılı, o sevimli, harika kadını hiçe sayarak aptalca bir iş yapmıştınız! Sizin kadar aşağılık, sizin kadar iğrenç bir yaratık daha yoktu yer yüzünde, öyle kötü hissediyordunuz kendinizi, belki hala da hissediyorsunuz...

Şimdi geriye dönüp bir bakın bakalım... 
Siz ne yaptınız?
Hiç!

Ona kur yaptınız mı?
Hayır!

Onu etkilemek için eski günlerden bahsettiniz mi?
Hayır!

Bir sevgiliniz olduğunu ve onu çok sevdiğinizi gizlediniz mi?
Gene kocaman bir HAYIR!

Ondan uzaklaşmaya çalıştınız mı?
Evet!

Ona hayır dediniz mi?
Evet!

Pipiniz var mı?
Evet!

Kandırıldınız mı?
Evet!

Kendinizi suçlu hissediyor musunuz?
Cevap: “Hayır” olmalı!

Siz kimseyi aldatmadınız, siz sadece tufaya geldiniz. Kadının fendi erkeği yendi! Bu her zaman böyledir! Altınızdan girdi üstünüzden çıktı ve size kendini zorla becertti! Siz hiç birşey yapmadınız! Buna inanın, bundan emin olun. Sakın ama sakın vicdan azabı duymayın. Kendinizi rahatlatmak, suçluluk duygunuzu hafifletmek için olanları sevgilinize anlatmayın. O ne kadar anlayışlı olsa da, sizin bir başkasıyla sevişmiş olmanızı hazmedemeyecektir. Sakın söylemeyin. Kendi vicdanınızı rahatlatmak için bencillik yapmayın, kapatın çenenizi! Ve uzunca bir süre, hatta hayatınızın sonuna kadar kapalı tutun. Siz hiçbir şey yapmadınız, olan oldu ve sizin suçunuz değil!

Kadınlara Not:
Sevgili hemcinslerim bana kızmasın. Bu yazı, erkekler için bir uyarı niteliğindedir. Bu tuzaklara düşmemeleri, düşerlerse de, en azından kendine saklamayı becerebilmeleri, emek verip bir yerlere getirdiğiniz ilişkinizi mahvetmemeleri için...


********************************************************************************
Bu yazıyı beğendiyseniz
Gizli Gizli Yaşamak

17 Ocak 2012 Salı

Ex'le Aldattıysanız...



Sizin Suçunuz Değil! 

Diyelim ki uzun süredir devam eden bir birlikteliğiniz, akıllı, esprili, hoş bir sevgiliniz veya eşiniz var... Herşey o kadar yolunda ki, siz böyle bir insanın hayatınıza girmesi için zamanında “iyilik” hanenize neler yazdırdığınızı düşünmeden edemiyorsunuz. Belki evlisiniz, belki de değil... Ama bu kadının sizin hayatınızda önemli bir yeri olduğu kesin ve siz ufak tefek zamparalıklarla bu ilişkiyi zedeleme riskine girmeyi hiç düşünmediniz. Dürüst bir birliktelik, doğru dürüst!

Derken birgün, sevgiliniz birkaç gün için şehir dışına çıkması gerektiğini söyledi. Sık sık yaptığı, olağan seyahatlerden biri, kısacık bir ayrılık. Eve daha geç saatte dönebildiğiniz için, birikmiş işlerinizi toparlamak, uzun zamandır görüşemediğiniz ve sevgilinizin pek de hazzetmediği arkadaşlarınızla vakit geçirmekle değerlendirmeyi alışkanlık haline getirdiğiniz dönemlerden biri...

İş çıkışı arkadaşlarınızın davetini severek kabul ettiniz ve okul muhabbeti ile dolu bir gecenin içinde buldunuz kendinizi. Yediniz içtiniz, eğlendiniz. Herşey hala yolunda... Onunla bunula sohbet ederken o geldi yanınıza, eski kırıklardan!

“Ahmet! Ne kadar da özlemişim seni” diyerek boynunuza sarıldı, göğüslerini size yapıştıra yapıştıra, bir güzel öptü yanaklarınızı. Tabii ki aklı başında bir adam olarak, kendinizi hafifçe geri çektiniz ve “Merhaba Arzu, dur bakayım, sen amma da güzelleşmişsin” deyiverdiniz. Demeliydiniz de, çünkü kadınlar, ister arkadaşınız, sevgiliniz, ister kızkardeşiniz olsun, hoşlanırlar böyle şeyler duymaktan.

Biraz laflayıp ayrıldınız yanından, kalabalığa karıştınız. Bir sıkıntı vardı içinizde, bir huzursuzluk... Dışarı doğru yürüyüp, nedenini tam olarak bilememekle birlikte sevgilinizi aradınız, sesini duymak istediniz. İşte bu an, yaklaşan tehlikeyi farkettiğiniz, ama henüz adlandıramadığınız andı.

Arzu telefonunuzu kapatmanızı bekliyordu hemen arkanızda. “Hmm, yeni biri mi?” dedi gözlerinize bakarak. Yeni olmadığını, yıllardır birlikte ve çok mutlu olduğunuzu anlattınız ona. “Hmm, güzel mi peki?” Bu sefer gözlerinize değil vücudunuza bakıyor ve sizin de farkedebileceğiniz şekilde danseder gibi hafifçe yaklaştırıyordu kendininkini. “Evet, çok güzel, döndüğünde tanışırsınız!” diyerek, istemeden de olsa, uzaklarda olduğunu belli ettiniz. O da ilk hamlesini yaptı; “Bana bir içki alsana, boğazım kurudu” diyerek bara gönderdi sizi.

Geri geldiğinizde, havanın soğuk olmasına aldırmadan terasta otururken buldunuz onu. Derin derin iç çekti, “Hava ne kadar güzel!” Fena sayılmazdı kış günü için, ama dışarıda oturulacak bir durum da yoktu ortada.

“Seninle geçirdiğimiz günleri hatırlıyorum da... O zamanlar bu aklım olsa benim dönmemi bekliyor olurdun şimdi.” Yoo, hiç öyle şeyler düşünmemiştiniz onunla ilgili. Ellerini boynunda dolaştırarak devam etti: “Hatırlıyor musun? Yaz kampına gittiğimizde nasıl da tutturmuştun ağacın altında sevişelim diye!” Şuh bir kahkaha attı; “İnsanlar beş metre ötemizdeydi ve biz seninle deliler gibi sevişiyorduk.” Gene insanlar beş metre ötenizdeydi. Terastan görünen çam ağaçları... 

Arkası yarın:)

16 Ocak 2012 Pazartesi

Güzel Kadınlar



Yalandan bir iş sahibi olup, boş zamanlarını kuaförde veya ayna karşısında geçiren, -ki asıl önemli olan budur, boş zaman demek ne kadar doğru tartışılır-, diyet yapıp, popolarını eritmeye çalışan, erkeklerin sadece dış görünüme önem verdiğini zanneden -doğru mu yoksa?- ve tüm zamanını buna ayıran kadınlar...

Saçlarını önce sarıya boyatıp, sonra daha da sarı olsun diye, aralarına bir kaç ton açık boyalar sürdüren, estetik cerrahinin gücü ile güzelliklerine güzellik katan, kafalarındaki en değerli şey, yeni yaptırdıkları burunları olan kadınlar...

Hiç istemediğiniz bir davete, zorla giderken, bir de üstüne saatlerce hazırlanmasını bekliyorsunuz eşiniz veya sevgilinizin. İstemeseniz de gidiyorsunuz, çünkü biliyorsunuz ki, bütün geceyi, gitmediğiniz için beyninizi yiyen bir kadınla geçirmektense, gitmek daha iyi! Sıkmayın canınızı, mutlaka sağda solda başka “güzel kadınlar” da olacaktır, gözlere şenlik! Üstelik ne kadar zamanda hazırlandıkları sizi ilgilendirmediği gibi, dırdırlarını çekmek diye bir zorunluluğunuz da yok!

En iyisi gidin, ama söylenerek gitmeye devam edin, yoksa eşiniz şüphelenir... Siz o davete kendi isteğinizle giderseniz, bu işte bir iş var deyip, bütün gece diğer kadınlarla dedikodu yapmak yerine, sizin dizinizin dibinde dolanacak, o işi çözmeye çalışacaktır. Nereden mi biliyorum? İtiraf edeyim, ben de onlardanım! Belki biraz ortadayım, kurcalamayın!

“Nasıl geldi hiç itiraz etmeden? Kesin biri var!” “Hangisi acaba? Kim acaba, şu sarışın mı, yoksa kırmızı tuvaletli olan mı?” Keyifler kaçar yani... Lavuk gibi dolanırsınız bütün gece “çift”inizle... “Neden baktın ona, kimdi o?” Veya daha akıllıdır sizinki ve gözlerinizin içine, sanki hiçbir şey yokmuş gibi en “cici” haliyle derin derin ve ağlamaklı bakışlar atarak “O benden daha mı güzel?” 

Partnerinizi yerine bırakalım ve “bütün kadınlara” geri dönelim şimdi; Kalçalardan başlayalım, onlar önemli. Sizin için de önemli onlar için de... Şu iyi arkadaş olduğunuz, asla başka gözle bakmadığınız kadınlar var ya, hani sizin yanınızda kalorilerden, zayıflama yöntemlerinden, bilmem kimin doktorundan veya bilmem ne diyetinden bahseden iyi arkadaşlarınız... İşte onlar da aslında bu kadınlardan, ama sizin için değil, öbür erkekler için, başka erkekler... Haksızlık bu! Sabah akşam o muhabbeti çeken sizsiniz, onlara bakıp “off be!” çeken başkaları. Hiç olmadı! 

Dert etmeyin, sizin “off be!” dediğiniz kadınlar da, başkalarının kafasını şişiriyor bütün gün, “2 günde 6 kilo” geyiğiyle! California Diyeti!

Gelelim burunlara. Bakınız, estetikli hiçbir burun, aslında doğuştan çirkin değildir. Neden yaptırdın o zaman kadın o burnu? Günlerce şiş gözlerle dolaşmışsındır -dolaştın değil, çünkü siz o kadını, burnu yapıldıktan sonra tanıdınız, daha önce görseniz işiniz olmazdı, siz de az değilsiniz!-

9 yaşındayken ağabeyi elindeki beyzbol sopasını kızcağızın burnuna indirmiş ve orada bir şişlik oluşmuştu. Bu şişlik yüzünden rahat nefes alamadığı için orta kulak iltihabı olmuş, hatta beli ağrımaya başlamıştır. Mecburen, burnu eski haline dönsün diye, kızcağız istemeye istemeye o soğuk ameliyathaneye girmiş, yeşil adamların yoğunluğundan korkmuş, tam vazgeçecekken narkozla kendinden geçmiştir. 

Mecburen yapılmıştır o ameliyatlar, yoksa zaten güzeldir burnu önceden de, kalıbımı basarım. Ancak şu var ki, burnu yapılı kadınlar bu konuyu birbirleriyle pek konuşmazlar, konuşsalar yeni masallar ararlardı, hepsinin mi ağabeyi beyzbol oynuyor bunların? Hem de Türkiye’de!

Göğüs hadisesine dokunmayacağım, patlar matlar, benim üstüme kalır, ama şu kış günü giyilen dekolteleri atlayamam. Siz de atlayamazsınız, atlamamalısınız, çünkü onları vallahi de billahi de sizin için giyerler. Merak ediyorsanız söyleyeyim, evet, onlar donuyorlar! Gerçekten ve dibine kadar donuyorlar, iliklerine kadar, hatta iliklerindeki yuvarlara kadar donuyorlar. Ama değer! O gece bütün bakışlar üzerlerindeydi değil mi? Değer!

Sadede gelelim, aslında herşey sizin için, o yüzden haksızlık etmeyin bu çaresiz kadınlara. Karga burun “in” olunca, onlar da doğallaşacaklar mutlaka. Ya da küçük göğüsler erkeklere seksi gelmeye başlayınca. Yemeğin salçalısı kadının kalçalısı sözü hakkettiği değeri tekrar kazanınca...

Üzmeyin onları, oldukları gibi kabul etmediğiniz için, olmadıkları gibi hepsi.

13 Ocak 2012 Cuma

Aşk Testi


Aşkımızı test edeceğiz üç beş tane soruyla.

Size bakarken gözlerinin içi gülüyor mu?
a) Evet        b) Hayır

Siz ona bakarken gözlerinizin içi gülüyor mu?
a) Evet        b) Hayır

Sonuç:
a’lar çoğunluktaysa ikiniz de aşıksınız.
b’ler çoğunluktaysa aşk falan yok ortada.
a ve b’ler eşitse, biriniz aşık, diğeriniz değil, ama hanginiz aşık bilemiyoruz.

Tamam, abarttım biraz, daha bir irdeliyorlar konuyu, daha fazla soru soruyorlar ama... Yani ne zaman bana bakarken gülüyor mu gözlerinin içi? Bazen gülüyor, bazen gülmüyor. Sabah uyandığımızda genelde gülüyor mesela. Ama bulaşık makinesini boşaltırken gülmüyor. Bakmıyor bile yüzüme, ne gülmesi. Demek ki, bulaşık söz konusu olduğunda aşkımız yok oluyor!

Sevgilinin hareketlerinden ne düşündüğünü anlar mısın?
a)Evet        b) Hayır

Tahminleriniz genelde doğru çıkar mı?
a)Evet        b) Hayır

Sonuç:
a’lar çoğunluktaysa hisleriniz çok kuvvetli.
b’ler çoğunluktaysa durum karışık, anlamadığınızı düşünüyor ancak anlıyor olabilirsiniz.
a ve b’ler eşitse durum hala karışık. 
İlk sorunun cevabı a, ikincininki b ise, ilk soruda anladığınız a’nın bir anlamı yok zaten. 
İlki b, ikinci a ise, zaten bir şey anlamıyorken neyi doğru tahmin ediyor olabilirsiniz?

Bir de adınızdaki harfler, doğum tarihinizdeki rakamlarla yapılan uyum testleri var. Tam kabus! Adınızı yüz farklı şekilde yazarsınız sevgilinizle aranızdaki aşkın derecesine onay alabilmek için. “Soyadımı da mı yazsaydım?” “Doğum tarihimi bir de sıfırlı mı yazsam?”


Nesini test edeceksiniz aşkın? 

Varsa vardır, yoksa da olur bir gün, herhalde...

11 Ocak 2012 Çarşamba

Erkekseniz Okuyun!


Sevgili Beyler,

Hasta olduğunuzda, burnunuzdan iki damla sümük geldiğinde hemen kendinizi yataklara mı atıyorsunuz? İlgi bekliyor musunuz karınızdan? Size annenizin baktığı gibi baksın, çorbalar yapsın, sıcak sıcak getirsin istiyor musunuz önünüze? Ateşinize baksın, terlemişseniz üstünüzü değiştirsin. Şefkat göstersin, zorla yemek yedirsin. 

Uyurken başınızda beklesin, alnınıza soğuk havlular koysun, başınızı okşasın. İşe de gitmesin o gün, dizinizin dibinde otursun, gak deyince su, guk deyince şurup getirsin.

Be hey erkek millet!

Bilir misin karının kim olduğunu, neden karın olduğunu? Evlilik müessesesinin ne olduğunu bilir misin? Karının, kocanın hak ve görevleri nedir, ne değildir bilir misin? Karının birinci görevinin ne olduğunu bilir misin? 

Tabii ki bakar karın sana hasta olduğunda, ama annen gibi bakamaz! Anan sana karın gibi veriyor muydu da, karın sana anan gibi bakacak? Sana kendini beğendirmeye çalışıyor muydu, süslenip püsleniyor muydu eve geleceğin saatte? Kaynana dırdırı çekiyor muydu?

Hem sana annen gibi bakan kadını nasıl karın olarak görürsün? Annenin karşılıksız sevgisini nasıl beklersin karından? Tekrar soruyorum, karının birinci görevinin ne olduğunu bilir misin? Senin için hangi güdülerini bastırmak zorunda kaldığını? 

Senin ilgini, isteğini canlı tutmaktır onun önceliği. Tabii ki bakar sana, ama karşılık da bekler. Ona kalsa beklemez aslında, karşılık görmek değildir derdi hiçbir zaman. O da annedir, ya da annelik içgüdüsü vardır kadınsal hormonlar yüzünden. 

Ama dikkatli olmak zorundadır aynı zamanda. "Çantada keklik" olmamalıdır. İki gün yattıysan, üçüncü gün suratı asık getirmelidir çorbanı içi elvermese de. Dördüncü gün hazır çorba yapmalı, beşinci gün dışarıdan sipariş etmelidir yemeğini. Daha da uzatırsan, hasta olduğun için özür dilemeni sağlayabiliyor olması gerekir. 

Düşün biraz, eskilere git, ebeveynlerinle aynı evi paylaştığın zamanlara… Anan, babana sana davrandığı gibi davranıyor muydu? Sen hasta olduğunda etrafında dört dönerken, seni iyileştirmek için çırpınırken, her fırsatta yüklenmiyor muydu babana yeterince destek olmadığını söyleyerek? Tüm hıncını ondan çıkarmıyor muydu? Neden yapıyordu bunu düşündün mü hiç? Kötü bir kadın mıydı annen? İlgisiz miydi babana karşı, kızgın mıydı gerçekten o kadar? Neden çekip gitmiyordu o halde? Madem bu kadar doluydu…

Anlamazsın, anlayamazsın işte bunu! Gülersin hatta, tüm bu huysuzlukları babanı evde tutmak, evliliklerini bir ömür boyu sürdürmek için yaptığını söylersem. Gül o halde, gül bakalım… Ama aklının bir köşesinde bulundur şunu da; karın sana anan gibi baksaydı, arkana bakmadan çeker giderdin yanından, tıpkı kendi ayaklarının üzerinde durmaya başladığında ananın evinden çekip gittiğin gibi!




********************************************************************************
Bu yazıyı beğendiyseniz
Karınızın Arkadaşına Göz Koyduysanız