Çöpçatanlık
mertebesine erişmiş arkadaşlarımızın, bizi, bir şeylere istinaden, birilerine
uygun görmelerine hiçbir zaman anlam verememişimdir. “Kızım kefilim ben, çok
iyi herif!”
Veya
“Oğlum, çok tatlı hatun!”
“Tam sana
göre!”
Bir iki yok
dersiniz olmaz, ısrar eder arkadaşınız, kefil olur. Referans sağlam yerden
olunca da siz, gönül rahatlığıyla yazabilirsiniz karşınızdaki kişiye. Uygun
görülmesi yeterlidir, elektriği falan geçiniz...
“Yaa bir
dene, bir kere çıkın bakalım.”
Çıkmamayı
denesek?
Çok iyi
heriflerden bıktıysak ne olacak? Belki çok iyisini değil de, biraz itini arıyoruz!
“Aaa, sen
de ne istediğini bilmiyorsun ama!”
Yoo,
biliyorum! Böyle sağa sola yürümekten adı çıkmış, hadi belki biraz bıkmış da
mola vermiş, ama gene de iki günde sevgili tribine girip, bayacak kıvama
gelmemiş, bir ömür değilse de, bir süreliğine ayağımı yerden kesip, beni mutlu
edecek birini istiyorum.
Manyağım,
ne var? Sen de manyaksın! Yani bu çok iyi herifi bu kadar zamandır tanıyorsun
da neden sen takılmıyorsun?
“Benim çok
eski arkadaşım, çok iyi arkadaşım.”
Olsun, çok
var iyi arkadaşıyla sonradan aşna fişneye bağlayan. Bahane mi şimdi bu? Hani
Emre vardı çok iyi arkadaşın, yakışıklı Emre. Onunla bir durumlar olmuştu
aranızda, arkadaşlığınız engel değildi.
“Yaa yok, bu
bana göre değil!”
Beğenmemişsin
işte, var bir şeyi belli. Bana kakalarken söylediğin tek şey iyi biri olması.
Nesi iyi bu adamın? Eğlenceli mi? Akıllı mı? Yakışıklı mı? Paralı mı? İyi herif
anladık da nesi iyi? Neden sana göre değil de bana göre?
“Yani beni
etkileyen adamlar daha farklı. Ne bileyim, böyle çekici, karizmatik, yakışıklı
falan... Öyle seviyorum ben.”
Ben de!
Uzatma!
Kelin ilacı
olsa misali, sevgilisi olmayan arkadaşımızın bu tür ayarlama gayretlerini bir
şekilde bertaraf edebiliriz. Benzer pozisyonlarda olduğumuz için söz hakkımız
da eşittir. Ama sevgilisi olanlar, yani biri tarafından tercih edilmiş olanlar,
daha üstünlerdir bizden her zaman. Hayatlarında biri olduğuna göre, bir şeyleri
doğru yapıyor oldukları aşikardır! Onlar daha sert gelirler üstümüze double
date telaşıyla...
Tatlı? Şöyle
sıkı bir arkadaşı yok mu?
“Yaa var,
var da, çok çapkın onlar, kıyamam sana.”
Kıy bana!
“Gel işte
akşam yemek yiyeceğiz beraber, sen de gel, tanışırsınız.”
Yemekten
sonra katılayım ben size, tatlı niyetine.
“Dalga
geçiyorsun bak hala. Kızım nereye kadar böyle yalnız yalnız?”
Mehmet’in
diyorum, şöyle boylu poslu “edeleli”, baş döndüren, ocak söndüren bir arkadaşı
yok mu?
“Amaan,
valla hastasın sen. Var, olmaz mı? Ama sana göre değil.”
Pardon da,
kime göre? Bak Mehmet’e, yıkılıyor adam! Bana neden yıkılanı değil de
yıkılmışı?
“Bak ama
çok tatlı herif, evlenir bile seninle!”
Pardon?
Evlenir bile benimle derken? Evlenip bir eve
tıkılır yani... Gün yüzünü unutur, onun gül yüzüyle idare eder dururum ondan
sonra. İsteyene versin Allah, ben başka yerdeyim.
“O hoo, sen
bu kafayla...”
Çok
yakınınız, en can dostunuz değilse, iş çıkmaz bu uluorta ayarlama
çalışmalarından, sonu genelde hüsrandır. Sonuna kadar giderseniz tabii!
“Hayatının
erkeği kızım mutlaka gelmen lazım!”
Kalkıp
gittim hasta hasta... Can sıkıntısı da vardı tabii, evden çıkmak iyi gelir diye
gittim. İçeri bir girdim, aman Allah’ım! O da ne? Hayatımın erkeği karşımda duruyor. Etrafında
çok sesli kadınlar korosu “Emir Emir Eemiiir!” Birilerinin oğlu, sosyetik
biraz, ama ağır başlı, şımarmamış... Yok Emir gerçek adı değil.
Saatler
süren sohbetimiz çöpçatan arkadaşımın kaşlarını çatmasıyla bölündü ara ara.
Diğer kadınlarla birlik oldular, fısır fısır bir şeyler... Hah! İşin rengi
ortaya çıkmaya başladı. Anlam verememiştim zaten, onun da hayatında kimseler
yoktu. Hem olsa bile... Neden Emir’i kendine değil de bana? Bunu da tut bir
kenarda dursun, harcama öyle biriyle arasını yapacağım diye... Yanlış tanımışım
kızcağızı diye geçirmiştim içimden. Allah Allah! Pek de yanılmam hislerimde.
Çatık kaş
eğildi sonra kulağıma; “Kızım Haydar’a baksana, tam sana göre!”
Haydar kim?
“Aa, baksana
Haydar işte, şuradaki, esmer, yeşil gözlü, orta boylu.”
Kara kuru,
tek kaşlı, cüce!