14 Kasım 2012 Çarşamba

Katlime Fetva! Erkek Benim!





Beni kollayıp koruyan babama, ihtiyacım olduğunda aklımı başıma getiren kardeşime ve hayatıma girip çıkan, akıl veren, fikir alan, destek olan, ağzıma sıçan tüm erkeklere, teşekkürü borç bilirim.

Babamın her banyodan sonra saçlarımı kurutması bugün gibi aklımda. Üşenmeden, dakikalarca...

Kardeşimin, ergenlik çağımızdan beri beni, kendi arkadaş çevresinden ayırmayarak, bir erkekten beklenecek her türlü orospu çocukluğunu görerek ‘büyümemi’ sağlaması... Zaman zaman kızdığım, ama beni ben yapan... İyi mi kötü mü bilemediğim!

Dört yaşındayken evlenme teklif ettiğim piç kurusunun, bana ‘Hayır, ben Ayşe’yle evleneceğim’ diyerek, çocukluk aşkı dediğimiz şeyin bile, tek taraflı ise ne kadar dumur edici olabileceğini öğrettiği gün! Kendi kendine gelin güvey olma durumunu, o küçücük yaşta anlamamı sağlayan...

İlk erkek arkadaşım ve ilk öpücüğün o asla unutmayacağım tadı... İlk yalnızlık, ilk çaresizlik...

İki gönül bir olunca seyran olmadığını birlikte yaşayarak gördüğümüz o samanlıkta bıraktığım eşim! Bir kibrit çakıp, arkama bile bakmadan...

Ne olursa olsun hiçbir şey, hiç kimse için fazladan ödün vermemem gerektiğini öğreten ikincisi...

Sahi, neden evlenir ki insan ikinci kez?

Karılarını, sevgililerini nasıl aldattıklarını hiç çekinmeden benimle paylaşan, ‘erkektir, yapar’ söylemini, fazla kurcalamaya gerek görmeden kabullenmemi sağlayan ‘arkadaşlarım’!

Size geliyorum, erkek benim!

Akıl almaz dediğimiz şeyler olur hayatta. 
Almaz! Akıl, ilim irfan içindir. Başka yerde yorulmaz. Gözlemleme, algılama, yorumlama, uygulama, hepsi bu! Düşünmeden, baş ağrısı çekmeden...

Bir kendini biliyor, bir de diğerlerinin onunla paylaşmakta sakınca görmediklerini... Bazı detaylar var ki, kaldırmaz erkek geyiği, girmez hiç. Bana anlattı ama o... O da, o da, öbürü de. Fil hafızası, hiçbirini unutmadım!

Erkek gibi kadın olmak...

Erkek gibi konuşup, erkek gibi giyinmek, küfretmek, kapı açmak, sandalye çekmek değil.

Her bir hücresiyle kadın olup, dişiliğiyle erkeğin iliklerine kadar işlemek, beyninden vurmak, umursamadan...

Onu yaşamak, onu hissetmek, ona ulaşmak, yansıması olmak!
Erkek olmak!

Onu tanımak... 
İçini okumak değil, suretiyle yetinmeyi öğrenmek. Ondan öğrenileni, ona öğretmek, kabullenmek zorunda bırakmak...

Çizginin ötesine geçmeye çalışmadan, sınırı zorlamadan, diğer tarafta kendi olmaya devam etmek, kendini aramak, bazen bulmak.

Birlikte yaşananlara, paylaşılanlara, fazladan zerre kadar anlam yüklemeden, hayatı anda yakalamak. Zamanı gelince, bazen de gelmeden toparlanıp çıkmak, veya kılını bile kıpırdatmadan arkasından bakmak... Hatta bakmamak!

Ama hepsinden önemlisi, tüm bunları, düşünmeden, planlamadan, uğraşmadan yapmak, içinden gelerek, fark etmeden...

Gelen ağam, giden paşam!

Sıçtık! Daha da kimse yaklaşmaz bana :)



7 Kasım 2012 Çarşamba

Adam Olamayız



Çünkü kadınız!

Ne yapmaya çalışıyorsun ki böyle? Sana mesaj atıyorum cevap vermiyorsun. Arıyorum, döneceğini söylüyorsun, dönmüyorsun. Sana aşık olmaya karar verdim anlamıyorsun! Kararlıyım bak, aşık olacağım sana! Kıymetini bil sersem!

Zavallım “bi’ dur” diyecek olur...

Ne durması, daha ne kadar duracağım? Bıktım senden!

Hep aynı terane değil mi? Hep aynı şeyleri yazıyorum, ben de sıkıldım, gerçekten...

Ama hikaye değişmiyor ki, ben ne yapayım?

Kadında bir telaş! Kalbinin pır pır etmesi lazım acilen. Son pır pırın üzerinden aylar, belki yıllar geçmiş. Aşık olup, diz dibinde oturma hayalleri kuruyor.

Aşk kadınıyım ben, aşık olmam lazım!

Agresifleşiyor tabii aşkı bulma süreci uzadıkça... Yakınlaşmaya çalıştıkça uzaklaştırıyor karşısına çıkan, içinde kopan fırtınadan habersiz adamı.

Gergin çünkü, bir sürü belirsizlik uzanıyor önünde. Ne yapacağını bilemiyor, bir stres ki tarifi mümkün değil!

Aşk kapıyı ne zaman çalacak sorusu cevapsız. İlk görüşte mi, ikinci de mi bilmiyor. Nasıl bir adam olacağını kestiremiyor. Neler hissedecek, neler yaşayacak, bugüne kadarkilerden daha mı güzel olacak, düşünüp duruyor.

Anlatılmaz bir koşuşturma var içinde. İlk elektrik, ilk öpücük, ilk sevişme, her türlü ilkin heyecanı sarmış ruhunu, diğer yarısını arıyor.

O ilk heyecanın arkasından gelecek dinginliğin hayalini kurmaya başlıyor sonra. O alışkanlığın, o vazgeçilmezliğin.

Bir masal dünyası düşlediği, bir ömür süren mutlulukları anlatan, içinde çocuklar, çiçekler, köpekler olan, huzur olan.

Huzur yok! Huzur camide!

“Aşk kadınıyım” ben diyor, aşkı arıyor acilen.

Ona göre kesin olan tek şey, durumun aciliyeti, bana göre ise vehameti.

Yahu insan mutlu olacağım diye strese girer mi? Hadi girdi diyelim, karşısındakini bu girdaba sokar mı? 

Aceleye gelmeyen mutluluk, aceleyle gelir mi? Koşar mı? Zıplar mı? Taklalar atar mı? Adamın başının etini yer mi mutluluk? Hem öyle her deliğe bakarak bulunan mutluluktan hayır gelir mi?

Hepsi bir yana, mutluluk saklanır mı?
 
Ama abla gergin, duymuyor, durmuyor!
Gel işte, sev işte. Aşık ol, divane ol, çok şey mi istiyorum?

Çok şey istemiyor da, ilk günden istiyor. Her zaman ve giderek daha fazla istiyor. Sıkıntı var!

Sevmiyor, dün geçti, bugün geçti, sevmedi, sevemedi. Sevseydi. Yoksa sevdi mi? Ben mi anlamadım? Yarın sever mi? Arasam mı? Beklesem mi? Ah kalbim, of midem!

Adamın hiçbir şeyden haberi yok hala. Ortada fol yok yumurta yokken, ruh hali yerlerde...

Aramadı, aramadı, aramadı!

Anladık Allah’ın cezası! Aramadı!

Bir anda deliriyor sonra. Kendi kendine, durup dururken deliriyor. Akışına bırakıp sakin sakin beklemek yerine, kurup kurup efeleniyor.

Görürsün bak, her yerden sileceğim seni! Kalbimden, “feys”imden her yerden!

Zavallı Aşk



Ne çok sorumluluk yükledik omuzlarına, ne çok şey bekledik aşktan!

Heyecan bekledik her zaman, yeni ve güzel olanın heyecanını! Güzel olmaya devam etti, ama sürekli yeni kalması mümkün değildi, yıllandı zamanla. Ama biz o ilk günün heyecanını daimi kılmasını bekledik aşktan, yıllar geçse de kaybetmemesini…

Tutku bekledik, heyecanlı ve tutku dolu olsun istedik. Verdi bize bunu aşk, tutkuyu bir yerinde barındırdı her zaman.

Sevgiye dönüşür diye duyduk birilerinden. Aşk, o aşk olarak kalmaz belki ama, sevgiye dönüşür. Heyecanlı, tutkulu ve sevgi dolu olmasını bekledik, vermeye çalıştı elinden geldiğince.

Ömür boyu sürsün istedik sonra,  yıllansa da olduğu gibi kalsın ... Aşk zorlandı bu defa, ömür boyu heyecan konusunda zorlandı en çok.

Hem, hep hayatımızda olmasını istedik, hem de her defasında ikiyüzlü davrandık ona! Kapımızı çaldığında yüzümüzde gülücüklerle karşıladık, giderkense sayıp sövdük, yerin dibine soktuk, lanetler yağdırdık arkasından!

“Aşk yüzünden” diye başlayan cümleler kurduk, suçladık, gözü kör dedik, mantığı yok dedik, ağzımıza geleni söyledik onu bitirirken! Ve her gidişinde, yeniden kapımızı çalmasını bekledik arsızca!

Ne çok şey istedik, ne çok şey aldık aşktan! Ama görmezden geldik verdiklerini. O bize mutluluk verdi, biz gözyaşlarını hatırladık. O bize bir aşık verdi, biz sadece zalimi andık arkasından.

Aşkı suçladık her bitişinde, ama hiçbir şey yapmadık kaybetmemek için. Bir taraftan tüketirken, bir taraftan kendiliğinden çoğalsın istedik! Aşkla gelene sırtımızı döndük. Biz döndük, aşkı suçladık!

Bazılarımız vazgeçti sonra. Aşkı daha fazla yıpratmamak, ya da defalarca öldürmemek için. Ama o bizden vazgeçmedi. “Ümidini kaybetme” dercesine çaldı kapımızı usanmadan. “Tanı beni sadece, olduğum gibi kabul et!” Kulaklarımızı tıkadık aşkın yakarışlarına, konuşmasın, sadece versin, hep versin istedik. Karşılıksız verdi, gene de beğenmedik, küçümsedik, nankörlük ettik!

Gitti işte aşk, kırıldı, gitti! Önüne gelene küfrede küfrede gitti hiçbir iz bırakmadan, kimselere söylemeden nerede olduğunu.

Duydum ki dönmeyecekmiş bir daha kalplere. Ne olduğu anlaşılana, hak ettiği gibi karşılanana kadar dönmeyecekmiş. Kendisini anlatmaya çalışmaktan da bıkmış. “Ben buyum” diyormuş, “değişemem”, “aşkım ben”.

Gitti aşk, kolay kolay da dönmez...


Sahi, en son ne zaman aşık oldunuz?