Aşk için divane olanların, dağları delenlerin
tümünün, hissiz, ruhsuz olarak tanımladığımız erkeklerin arasından çıkması
enteresan değil mi?
Mecnun olsun, Kerem olsun, Ferhat olsun...
Kim bilir daha ne kahramanlar vardır Fransız, İngiliz edebiyatlarında. Ben pek bilmiyorum. Rapunzel’i kuleden
kurtaran o prens var, Romeo var, bir iki tane de kral var galiba...
Peki, onlar her türlü tehlikeyi göze alıp
sevdiklerine ulaşmaya çalışırken, kadınlar ne yapmış? Oturup beklemiş. Kah
kurtarılmayı, kah kucaklanmayı, aşkla sarmalanıp, yere göğe sığdırılamamayı...
Sadece kör eden aşkları tasvir eden hikayeler
değil, sanatın neredeyse her dalı, bu duygu yüklü cinsin ellerinde vücut
bulmuş. Şairler, ressamlar, heykeltraşlar, besteciler... Kadınlar ne yapmış?
Oturup poz vermiş, saç tarayıp ilham bazen...
Yüzyıllar, binyıllar geçti belki. Pek bir
değişiklik yok. Ne yapıyor kadın aşkı için? Oturup bekliyor. İstenmeyi,
tavlanmayı... Elde tutmak için savaş veriyor evet, ama elde etme çabasına
girmiyor pek. Endişeli, yanlış anlaşılma korkusu ayyukta.
Dejenere Amerikan filmlerinde bazen, veya
televizyonun gerçek bir aptal kutusu olduğunu ispat etmeye çalıştıklarını
düşündüğüm, bitmek tükenmek bilmeyen, her bölümü izleyeni en az 180 dakika
ekrana kilitleyen meşhur yerli dizilerimizde... Sadece senaryolarda, gözlerine
kestirdikleri erkekleri elde etmeye çalışan kadınlar. Bin bir numara çevirip o
da, hep entrika, hep iki yüzlülük, hep bir acımasızlık bu karakterlere biçilen
rollerde.
Kötü kadın olarak çıkarılıyorlar karşımıza. Şöyle edebiyle yaşayan,
işinde gücünde olan, iyi aile kızı, iyi insan yok, kalbinde kıpırtı yaratan
erkeğin peşinden koşan. Aklıyla, sevecenliğiyle veya kişiliğiyle baş
döndürenler yok. Bunlar yetmez her erkeğe, doğru. Ama, içi iyi olanın dışı iyi olamazmış gibi, güzel ya da seksi olup, iyi insan olan da yok. Prodüksiyona
girmiyorlar artık, “bir zamanlar Yeşilçam”da kaldılar.
Yani oturup beklemek, öğretilmiş, tekrarlana
tekrarlana beyinlere kazınmış bir davranış biçimi olarak çıkıyor karşımıza. Buna baş kaldıran, bir cesaret ilgi çekmeye,
yürümeye çalışanlara ise, cesur ve özgüvenli değil, yollu gözüyle bakılıyor.
Sizi bilemem, ama oturduğum koltuk beni
tırmalamaya başladı ufaktan. Bir şeyler dürtüyor sırtımdan, bacağımdan. Ayıp
kaçacak ama, evet, biraz da kıçımdan...
Duyduklarım anlam kazanmaya başladı yavaş
yavaş. Erkeklerden duyduklarım, çok önemli bir şey öğrendim onlardan. Aynı
cümleyi, neredeyse kelimelerin sıralanışında bile fark olmayan o cümleyi, iki
üç arkadaşımdan duydum. Ser veririm sır vermem gerçi, ama bu sır olarak
kalmamalı.
Yoksa kalmalı mı?
Düşünmem lazım...
Onların vermesi gereken bir karar aslında... Altından
kalkmayı becereceğimi düşündükleri için paylaşmış olabilirler benimle, bu
bilgiyi taşıyabileceğime, doğru yorumlayıp kullanabileceğime inandıkları
için...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder